Mülakat – Abdulkadir (Okan) Yılmaz
Bu mülakat RIHLE dergisi 2013 Temmuz-Eylül sayısından alınmıştır.
Hocam öncelikle kendinizi okuyucularımız için tanıtır mısınız?
İstanbul, Fatih’te 1971 yılında doğdum. Aslen Karamanlıyım. Adım resmiyette Mehmet, ama aile içinde ve arkadaş çevremde küçüklükten beri Muhammed adıyla çağrılıyor, tanınıyorum. Bazen bu biraz karışıklıklığa sebebiyet verebiliyor. Babam resmiyette adımı Muhammed olarak yazdırmak istemiş, ama bunu başaramamış. İnşaallah artık bu tür sorunlar yaşanmıyordur. Ama bir zamanlar maalesef yaşanıyordu. Babam ben on yaşındayken Arapça ve İslami ilimleri tahsil etmemiz maksadıyla ailece Suudi Arabistan’a gitmeye karar vermişti. Bu sebeple ortaöğretimimi Suudi Arabistan’da tamamladım. Sonra Mısır’a giderek el-Ezher Üniversitesi Şeriat Fakültesi’nden mezun oldum. Yüksek lisans ve doktoramı Türkiye’de Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde yaptım. Daha sonra İslam Araştırmaları Merkezi’nde (İSAM) fıkıh sahasında araştırma uzmanı olarak çalıştım. 2011 yılında İstanbul Şehir Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi’nin kuruluşu aşamasında altı ay koordinatör olarak görev yaptım. Şu anda aynı fakültede fıkıh doçenti olarak öğretim üyeliği görevimi sürdürmekteyim.
2012 yılında İmam Muhammed’in “el-Asl” isimli eseri, sizin tahkikinizle birlikte neşredildi. Öncelikle İmam Muhammed’in fıkıh ilmindeki yeri ve önemi ve sonrasında da “el-Asl”ın; özel olarak Hanefi mezhebi içerisinde, genel olarak da Fıkıh ilmi içerisindeki yer ve öneminden bahseder misiniz?
İmam Muhammed hicri 132-189 yılları arasında yaşamış, ictihad derecesine ulaşmış büyük bir fakih. Eserlerine baktığımızda onun mutlak müctehid derecesinde olduğunu tespit etmemiz mümkün. Zira İmam Muhammed İmam Ebu Hanife’ye birçok görüşünde muhalefet etmiştir. Bununla birlikte o, genel anlamda ehl-i re’y olarak bilinen ve İmam
Ebu Hanife’nin de dâhil olduğu Irak-Kûfe fıkhının esaslarını kendi kanaat ve ictihadıyla kabul etmiş bir âlimdir. Tabii İmam Muhammed’in birinci üstadı ve veliyy-i nimeti İmam Ebu Hanife’dir. Daha ondört yaşındayken, bir rivayete göre biraz daha erken, İmam Ebu Hanife’nin ilim meclisine katılmış, onsekiz yaşına kadar bu meclisin müdavimi olmuş ve İmam Ebu Hanife’nin ashabıyla istişare ederek ulaştığı görüşlerini yazan vasıflı talebelerinden biri haline gelmiştir. İmam Ebu Hanife’nin vefatından sonra bir süre İmam Ebu Yusuf’a talebelik yapan İmam Muhammed, Medine’ye de gitmiş, İmam Malik’ten Muvatta’ı dinlemiş ve “Muvattau Muhammed” adıyla bildiğimiz Muvatta rivayetinde İmam Ebu Hanife’yle İmam Malik’in görüşlerini mukayese etmiştir. Böylelikle İmam Muhammed Irak ve Hicaz fıkhını, başka bir ifadeyle ehl-i hadis ve ehl-i re’y’in görüşlerini en muteber temsilcilerinden öğrenmiş ve bu iki fıkıh okulunu yakından tanımıştır. Daha sonra Irak’a geri dönen İmam Muhammed tercihini Kûfe Okulu lehine yapmış, İmam Ebu Hanife ve İmam Ebu Yusuf’un ictihadlarını topladığı eserleri telif etmeye başlamıştır. Kısmen İmam Züfer’in görüşlerini de bu görüşlere ilave etmiştir. Tabii kendi ictihad ve görüşlerini de ortaya koymuştur. Bu görüş ve ictihadlar külliyatı el-Asl adlı eseri oluşturmuştur.
Aslında el-Asl İmam Muhammed’in her birini müstakil bir kitap olarak telif ettiği fıkıh kitaplarının toplamından teşekkül etmektedir. Meselâ el-Asl’ın bir bölümü olan Kitabü’s-Salat aslında müstakil bir eserdir. Kitabü’z-Zekât hakeza… Sonraki dönemlerde bu kitaplar tek bir eserin bölümleri haline getirilmiştir. Bir bütün olarak el-Asl Hanefî fıkhının aslı ve umdesidir. Gerek İmam Muhammed’in bundan sonra yazdığı eserler, gerek sonraki fakihler tarafından yazılan Hanefî fıkıh eserleri el-Asl’ın füruu, dalları mahiyetindedir.
Diğer taraftan, el-Asl fıkıh tarihinde yazılan ilk hacimli külliyattır. Ondan önce yazılan eserlerde Fıkıh ve Hadis bir arada ve birbirine yakın miktarlarda bulunurken el-Asl’da yer alan hadis ve rivayetler eserin tamamına nisbetle oldukça az bir miktar tutmaktadır. el-Asl’ın en eski ve sahih elyazma nüshalarından biri 2250 varak, matbu nüshası ise yaklaşık 7000 sayfadır. Ayrıca el-Asl’da İmam Ebu Hanife ve ashabının ortaya koydukları farazî fıkıh meselelerini ilk elden görme imkânına sahibiz. Bu şekilde mesele üretme ve bu meselelere çözüm arama fıkıh tarihinde bilindiği üzere İmam Ebu Hanife ve re’y ehline has bir usûldü. İmam Malik gibi diğer müctehidler ve
genel olarak ehl-i hadis bu usûle karşı çıkıyorlardı. Ancak el-Asl’ı gören diğer fakihler bu fıkıhtan müstağni kalmanın mümkün olmadığını anlamış ve bu külliyatın meselelerini alarak kendi mezhep ve meşreplerine uyarlamışlardır. Meselâ Mâlikî mezhebinin meseleleri Esed b. Furat’ın Irak’a gidip elAsl’ı elde etmesi ve bu meseleleri İbnü’l-Kasım’a arzetmesiyle oluşmuş, bu meseleler “el-Esediyye” adındaki eseri oluşturmuş ve bu eser Sahnun b. Said tarafından telif edilen el-Müdevvene’nin de esasını teşkil etmiştir.
İmam Şafii ise bizzat İmam Muhammed’den elAsl’ı dinlemiş ve bu kitapları istinsah etmiştir. Bu sebeple İmam Şafii “İnsanlar fıkıhta Ebu Hanife’ye muhtaçtır” ve “Fıkıhta üzerimde en çok hakkı bulunan Muhammed b. Hasan’dır” demektedir. İmam
Ahmed b. Hanbel de fıkhın ince meselelerini İmam Muhammed’in kitaplarından öğrendiğini ifade etmiştir. Kısaca ifade etmek gerekirse el-Asl fıkıh tarihinde çığır açan bir eserdir ve bir bütün olarak fıkıh ilmi bu eserden faydalanmış ve bir ölçüde bu aslın/
temelin üzerine bina edilmiştir.
“el-Asl”ı tahkik süreci nasıl gelişti? Örneğin bu eseri tahkik etmeye nasıl ve ne zaman karar verdiniz? Çalışmanız toplamda ne kadar zaman aldı?
el-Asl’ı tahkik etme düşüncesi oldukça genç yaşlardayken, merhum allâme Zahid el-Kevserî’nin el-Asl’ın elyazma nüshalarından bahsettiği bir makalesini okurken aklıma gelmişti. Daha Lise’de okuyordum o dönemde. Tabii o yaşlarda bu sadece bir temenniydi. Sonra lisans ve lisanüstü tahsilimi sürdürürken İstanbul’daki elyazma kütüphanelerine gidip gelmeye başladım. Bu dönemde Murad Molla kütüphanesinde bulunan el-Asl’ın en eski nüshasını inceleme fırsatı buldum. O dönemde Murad Molla Kütüphanesi eski yerindeydi. Sonra kitaplar Süleymaniye’ye taşındı. 1998’de el-Asl’ı tahkik etmeye kesin olarak karar verdim. Ama buna ancak 1999’da doktora tezimi verdikten sonra başlayabildim. Başka işlerin araya girmesi sebebiyle fasılalı bir şekilde bu eserin tahkiki üzerinde yaklaşık on yıl boyunca çalıştım. Sonra eserin yayınlanma süreci iki-üç yılımı aldı. Bu süre içinde de eseri baştan sona bir kaç kez okudum, kontrol ettim.
“el-Asl” üzerine gerçekleştirdiğiniz bu çalışmada
neler yaptınız?
Bu çalışmada öncelikle eserin ülkemizde ve dünyada var olan nüshalarını tespit etmeye çalıştım. Bu nüshaların büyük çoğunluğu İstanbul’daydı. Kahire’de bir kaç nüsha bulunmaktaydı. İrlanda’da Chester Beatty kütüphanesinde eksik ama eski bir nüsha vardı. Halep’te sadece Kitabü’s-Salat’ı içeren bir nüsha vardı. Hülasa, Türkiye’de ve dünyada bulunan kırk civarında nüshayı görme ve inceleme fırsatım oldu hamdolsun. Göremediğim bir iki nüsha hakkında ise dolaylı şekilde bilgi edindim. Bu inceleme sonucunda el-Asl’ın en eski, sahih ve tam sayılabilecek nüshalarının çoğunun İstanbul’da
olduğunu gördüm. Bunların içinde en önemlisi, büyük çoğunluğu itibariyle hicri 637-639 yıllarında istinsah edilen Murad Molla nüshasıdır. Eserin tahkikinde bir kısmı tam bir kısmı eksik onyedi nüshadan faydalandım. Eserin hiç bir yerinde karşılaştırdığım nüsha sayısı üç ya da dörtten aşağıya düşmedi. el-Asl’ın önceden Şefik Şehate ve Ebü’l-Vefa elEfgânî tarafından tahkik edilen kısımları var. Bu kısımlar el-Asl’ın yaklaşık dörtte birini oluşturuyor. Bu kısımların dışında kalan ve kitabın dörtte üçünü teşkil eden bölümü bilgisayarda yazdım, sonra nüshaları karşılaştırmaya başladım. Eserdeki ayetlerin hangi sûrede olduklarını ve ayet numaralarını tespit ettim. Hadis, sahabe ve tabiin sözlerini öncelikle İmam Muhammed’in diğer eserlerinden, sonra diğer kaynaklardan bulmaya çalıştım. İmam Muhammed bu hadis ve kavilleri senediyle rivayet ettiği için müstensihlerin ravi adlarında yaptıkları hataları rical kaynaklarına bakarak düzelttim. Hadislerin tashih ve taz’ifiyle pek uğraşmadım. Âcizane kanaatime göre hadislerin tashih ve taz’ifi ictihadî bir meseledir. Özellikle ahkâm hadisleri ve
bu hadislerin ravileri hakkında farklı mezheplere mensup âlimlerin farklı görüşleri bulunmaktadır. Bu tartışmalara girmek istemedim. İsteyen ahkâm hadislerinin tahriciyle ilgili malum eserlere bakıp bu konuda kolayca bilgi sahibi olabilir. Garip ve anlaşılması güç olan kelimeleri açıklamaya çalıştım. Birinci hedefim eserin kendisini müellifinin yazdığı hale en yakın ve düzgün bir şekilde neşretmekti. Bunu yapmaya gayret ettim. Eser için yazdığım mukaddimede el-Asl ve nüshaları hakkında geniş bilgi vermeye, eseri birçok yönden tanıtmaya ve incelemeye çalıştım. Bu mukaddimeyi Arapçası basılmadan önce “İmam Muhammed b. Hasan eş-Şeybani’nin Kitabü’l-Asl Adlı Eserinin Tanıtımı ve Fıkıh Usûlü Açısından Tahlili” adıyla Türkçe olarak 2009 yılında neşretmiştim.
“el-Asl” tahkikinde karşılaştığınız zorluklar nelerdi?
el-Asl fıkıh tarihinde büyük bir öneme sahip olmakla birlikte belli bir dönemden sonra maalesef çeşitli sebeplerle unutulmuş ve kütüphane raflarında kalmış bir eser. Bu sebeple, eserin nüshaları çok olsa da bu nüshalar ilim ehli arasında fazla tedavül etmediği için esere birçok yazım hatası ve tahrif bulaşmış durumdaydı. Ayrıca bazı yerlerde metinde bir kelime, bazen bir satır, bazen bir kaç satır eksiklikler bulunabiliyordu. Bu hata, tahrif ve eksikliklerin bir kısmının tashih ve tamamlanmasını siyak-sibaka bakarak yapmak mümkündü. Bir kısmında ise bu hata ve eksiklikleri ancak başka eserlerin yardımıyla gidermek mümkün oldu. Bu konuda en çok faydalandığım eserler el-Asl’ın muhtasarı sayılan el-Hakimüşşehid’in el-Kâfi’si, elAsl’ın müellifi mechul olan başka bir muhtasarı, el-Kâfi’nin şerhi olan Şemsüleimme es-Serahsi’nin el-Mebsut’u ve bir Hanefi fıkıh sözlüğü olan Mutarrizi’nin el-Muğrib’idir. İlk iki eser elyazması halinde, son iki eser ise matbudur. Ayrıca Hanefi fıkhına ait başka eserlere, hadis ve rivayet kaynaklarına müracaat ederek tashih ettiğim yerler de oldu. Tabii el-Asl’ın binlerce varakı bulan nüshalarının mikrofilm veya dijital kopyalarını elde etmek de çok kolay olmadı. Bu nüshaları bir anda temin etmek mümkün değildi. Dolayısıyla belli aralıklarla nüshaları elde etmeye çalıştım. Bu nüshaların önemli bir kısmının temininde bana mümkün olan her türlü kolaylığı gösteren sabık Süleymaniye Kütüphanesi müdürleri Nevzat Kaya ve Emir Eş beylere teşekkürü bir borç bilirim. Ayrıca İslam Araştırmaları Merkezi’ndeki ilmî çalışma ortamı da bu eseri bitirmeme yardımcı oldu. Bu yönden, bir bütün olarak İSAM’a da teşekkür borçluyum.
“el-Asl” neşrinizin mukaddimesinin ikinci bölümünü «el-Asl”daki usûlî görüşlere tahsis ettiniz. Tedvin sonrası usûl çalışmalarındaki görüşlerle İmam Muhammed’in “el-Asl”daki usûlî görüşlerinin bir mukayesesini yapar mısınız?
İmam Muhammed’in döneminde fıkıh usûlü müstakil bir ilim dalı haline gelmemişti. Ama bu dönemde usûle dair birçok kural ve yöntemden söz edilmekteydi. Bu dönem bundan hemen sonra gelen, İmam Şâfiî’nin er-Risale’sini yazarak başlattığı fıkıh usûlünün müstakil ilim dalı haline gelme döneminin hazırlayıcısıdır. Muhtemelen bu çalışmasında İmam Şafiî de İmam Muhammed’le yaptığı münazaralardan faydalanmıştır. Meselâ er-Risale’de haber-i vahidin hücciyeti meselesinde İmam Şafii’nin serdettiği delillerin bir kısmı İmam Muhammed tarafından el-Asl’da Kitabü’l-İstihsan’da zikredilmektedir. Ayrıca kıyas ve istihsan konusunda ehl-i re’y’in öncülüğü bilinmektedir. İmam Şafii kıyası kabul etmiş, ama istihsanı reddetmiştir. Yine İmam Şafii, İmam Malik’in ihticac ettiği amel-i ehl-i Medine’yi reddetmektedir. Dolayısıyla bu dönemde yazılan İmam Muhammed’in eserlerinde usûle dair pek çok atıf ve işaret bulunmaktadır. Kitab, sünnet, icma, kıyas, istihsan, sahabe ve tabiin sözleri, örf, Kûfe ehlinin ameli gibi birçok delile müracaat edilmektedir. Delalet ve hüküm bahisleriyle ilgili birçok terim ve kavram kullanılmaktadır. Bununla birlikte birçok terim henüz net bir anlama kavuşmamıştır veya hiç kullanılmamaktadır. Bu o dönem için tabii bir durumdur; çünkü henüz usûl müstakil bir ilim dalı değildir. Hatta aynı durum birçok konuda İmam Şafii için de geçerlidir. Usûl ilmi günümüzde bilinen anlamıyla, yani terim ve kavramlarıyla ve geniş teferruatıyla hicrî dördüncü ve beşinci asırlarda teşekkül etmiştir. Hanefi usûlünün günümüze ulaşan ilk kapsamlı eserleri bu dönemde yazılan Cassas’ın el-Fusûl’ü, Debusi’nin Takvimü’l-Edille’si ve Pezdevî ile Serahsî’nin eserleridir. İmam Muhammed’in gerek usûl gerek fürû sahasında zikrettiği görüş ve meseleler, bu eserlerde ortaya konan usûl düşüncesinin temelini oluşturur. Bilindiği üzere, Hanefiler’in veya fukahanın metodu fıkıh meselelerinden yola çıkarak usûlü oluşturmaya çalışmaktır. Bu metodu meselâ Serahsî’de çok açık bir şekilde görebilirsiniz. Açın Serahsî’nin Usûl’ünü, hemen her konuda el-Asl’dan naklettiği birçok fıkıh meselesi zikrettiğini ve bu meselelerle usûlü ispat etmeye veya desteklemeye çalıştığını görürsünüz. Bu bakımdan İmam Muhammed’in usûlle ilgili görüş ve işaretlerine ilaveten, bunların yetmediği yerlerde, onun zikrettiği fürû meselelerinden hareketle bir usûl ortaya çıkarılmıştır. Bu usûl kanaatimce büyük ölçüde İmam Ebu Hanife, İmam Ebu Yusuf ve İmam Muhammed’in ictihadlarında takip ettikleri
usûlü doğru bir şekilde yansıtmaktadır. Bazı teferruatta isabetli olmayan çıkarımlar yapılmış olabilir, ama sonra gelen Hanefi usûlcüler bu yanılmalara işaret etmiş ve onları düzeltmişlerdir.
“Tahkik” çalışmalarının önemi ve bu çalışmalarda öncelik verilmesi gereken eserler sizce hangileridir?
Tahkik çalışmaları son derece önemlidir. Bilindiği üzere ilim aklî ve naklî olmak üzere ikiye ayrılır. Nakle dayanan ilimlerde nakledilen bilginin kaynağından doğru bir şekilde nakledilmesi en önemli esastır. Bir bakıma tahkik işte budur. Bize nakledilen ilim ve eserleri doğru bir şekilde ortaya çıkarmak ve bizden sonrakilere doğru bir şekilde nakletmek. Bu sebeple tahkikle ilgili pek çok kuralın hadis usûlüne dair eserlerde ele alındığını görürüz. Çünkü burda da asıl Hz. Peygamber’in sözünü sonrakilere en doğru şekilde nakletmektir. Tahkik edilen kitabın önemiyle mütenasib bir şekilde tahkikin önemi artar. Meselâ temel bir hadis kitabının tahkiki Hz. Peygamber’in sözlerine verilen değerle orantılıdır ve son derece önemlidir. Müslüman âlimlerin eserleri belli bir sahayla sınırlı değildir; ama İslamî ilimlere ait temel Hadis, Fıkıh, Tefsir, Siret ve İslam Tarihi kaynaklarının düzgün bir şekilde tahkik edilmesi İslami ilimlerin doğru bir şekilde anlaşılıp nakledilmesi bakımından büyük öneme sahiptir. Maalesef birçok temel eser tahkiksiz ve çok kötü şekilde basılmıştır. Bir kısmı ise hiç günyüzünü görmemiştir. Özellikle Hanefi-Matüridi geleneğine ait eserler daha da sahipsizdir. el-Asl gibi önemli ve temel bir kaynağın günümüze kadar tam bir şekilde neşredilmemiş olması bunu göstermektedir. İlk dönem-son dönem gibi bir ayırıma gidilmeden İslam ilimler tarihinde muteber görülmüş, önemli tesir icra etmiş temel kaynaklar, ders kitapları ve benzeri eserler mutlaka ciddi bir şekilde tahkik edilmeli ve günümüz şartlarında en güzel biçimde ilim dünyasının istifadesine sunulmalıdır. İlmî müesseselerimiz bu yönde çalışmak isteyenlere yardımcı ve teşvik edici bir tutum içinde olmalıdır. Biz maalesef geleneğini kaybetmiş bir toplumuz. Her şeyi yıkıp yeniden yapma hevesine kapılmış aklı evveller tarafından toplumumuz geleneğinden koparılmıştır. Hâlbuki hiç bir ilmî hareket, ihya vs. geçmişini inkâr ve reddederek gerçekleşemez. Biz öncelikle geçmişimizi, âlimlerimizin bize bıraktığı zengin ilmî mirası tanımak ve bilmek zorundayız. Bu geleneği doğru bir şekilde anlama seviyesine geldikten sonra onun üzerine bir şeyler koyabiliriz, kendimizi geliştirebiliriz. Aksi takdirde söyleyeceklerimiz köksüz bir şekilde havada kalmaya mahkûm olacaktır.
İslam dünyası ve özellikle de Türkiye’deki tahkik çalışmaları hakkında neler söylemek istersiniz?
İslam dünyasında yapılan tahkik çalışmaları içinde gerçekten ilmî bir değer taşıyan çalışmalar olduğu gibi, sadece kitabın kapağına muhakkik adının yazıldığı ve başka hiç bir özellik taşımayan çalışmalar da bulunmaktadır. İlimle uğraşanlar az çok hangi muhakkikin ve hangi yayınevlerinin bu işe önem verdiğini bilir. Kimi İslam ülkelerinde lisansüstü çalışmalarda tahkike önemli bir yer verilmektedir. Hatta bazı hacimli eserlerin bir kaç öğrenciye dağıtılıp tez çalışması yaptırıldığı görülmektedir. Yine bazı İslam ülkelerinde vakıflar veya kültür bakanlıklarının veya ilmî araştırma merkezlerinin tahkik çalışmalarına destek verdiği ve bu eserleri neşrettiği bilinmektedir. Ülkemizde son yıllarda tahkik çalışmalarına yöneliş artmıştır. Lisansüstü tez çalışmalarında tahkiki yapılan birçok eser olmuştur. Ayrıca İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM) ve Kültür Bakanlığı’na bağlı olarak kurulan Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı tahkik çalışmalarına destek vermek ve bu eserleri neşretmek için çalışmalar yapmaktadır. Temennimiz bu çalışmaların pratik adımlara dönüşmesi ve İslam dünyasının en zengin koleksiyonlarına sahip, bir elyazması cenneti olan kütüphanelerimizde yatan eserlerin ilmî usûllere uygun şekilde neşrinin gerçekleştirilmesidir. Türkiye’de son dönemde tahkik konusuna gösterilen ilgi artmıştır. Ancak bu ilginin tecrübeli ilim adamları ve ilmî kurumlar tarafından yönlendirilmeye ve yapılacak olan çalışmaların belli ilmî ölçüler içinde yapılmasını sağlamaya yönelik bir rehberliğe ihtiyacı vardır. İSAM bu alanda bir potansiyele sahiptir; inşallah bu, kuvveden fiile çıkar ve bu tür çalışmalar hızlanır.
Son olarak sizin eklemek istediğiniz bir husus var mı?
İslamî ilimlerin aklî ve naklî olmak üzere ikiye ayrıldığını, tahkikin daha çok naklî ilimler kısmına dâhil olduğunu ifade etmiştik. İlmî çalışmalarımızın dengeli bir şekilde yürütülmesi gerektiğini, tahkikle uğraşırken diğer ilmî çalışmaların ihmal edilmemesi ve bu konuda aşırıya gidilmemesi gerektiğini söylemek isterim. Elbette insanların meyilleri farklı farklıdır; ama tahkikin genel olarak ilmî faaliyetlerimizin bir parçasını oluşturması ve bunun küllî bir bakış açısı içinde yer alması gerekir. Ülkemizde henüz böyle bir tehlike yok, ama bazı İslam ülkelerinde tahkikte aşırıya gidildiği, meselâ bir hadisin tahricinde dipnotta sayfalarca bilgi verildiği, hadisin bütün ravilerinin tek tek tetkik edildiği vs. görülmektedir. Tahkikte esas amaç bir eseri olduğu gibi ortaya çıkarmak olmalıdır. Bu amaca hizmet etmeyen teferruatla fazla uğraşmamak gerekir.
Özellikle tahkik çalışması yapmak isteyenlerin kendi ihtisas alanlarıyla ilgili eserleri tahkik etmeleri, meselâ Fıkıh ehlinin fıkıh eserlerini, Hadis ehlinin hadis eserlerini tahkik etmesi hem bu eserlerin daha sahih bir şekilde tahkik edilmesini sağlayacak hem de o sahada çalışan kişiyi ilmî açıdan yetiştiren bir rol ifa edecektir. Son olarak bu imkânı bana verdiğiniz için sizlere teşekkür ediyor ve Daru’l-Hikme müessesesine aaliyetlerinde muvaffakiyetler diliyorum.