Alıntı Genel Mülakat

Kırım kültürü, Osmanlı’nın aynısıdır

Sanat tarihçisi Nur Kançal, incelendiğinde Kırım’ın, Osmanlı’nın bir devamı olabileceğini dile getirdi. Ümmü Gülsüm Sarıoğlu konuştu.

Bu yazı DünyaBizim.com’dan alınmıştır.

Bir süredir Türkiye ve uluslar arası kamuoyunu meşgul eden Kırım üzerine, bu bölgenin Türkiye’deki sayılı uzmanlarından bir tanesi olan Nur Nicole Kançal ile orada bulunan mimari yapı merkezde olmak üzere, Kırım‘ın tarihi, Osmanlı ile ilişkileri üzerine uzun soluklu bir söyleşi gerçekleştirdik.

Röportaja geçmeden önce, Nur Nicole Kançal’ın kim olduğundan kısaca bahsetmemiz gerekiyor.

1969 yılında İsviçre’de doğan Nur Nicole Kançal, üniversite eğitimini Lozan Üniversitesi’nde tamamladı. Türkiye’ye geldikten sonra eğitimine devam eden Kançal, 1994 yılında İstanbul Üniversitesi’nde sanat tarihi alanında yüksek lisans çalışmalarına başladı. Kırım’da imar faaliyetleri ve mezar taşları üzerine yazdığı tezden sonra aynı bölümde, Bahçesaray Hansaray‘ın yerleşim düzeni ve mimarisi üzerine doktora tezine başladı. Bu tezi 2004 yılında tamamladı. (Bu çalışma, 2005 yılında “Hansaray” ismi ile Küre Yayınları tarafından yayınlanmıştır)

Türkiye’de Kırım mimarisi üzerine yapılmış sayılı çalışmalardan bir tanesi olan bu çalışma, aynı zamanda Kırım’ın ilgili dönemine de ışık tutmaktadır.

Doktora tezinden sonra serbest çalışmalarına devam eden Kançal, pek çok makale yazmış ve Kırım üzerine pek çok çalışmanın içinde yer almıştır. Bilim ve Sanat Vakfı‘nda sanat tarihi üzerine uzun zamandır dersler veren Kançal, şu an Şehir Üniversitesi Tarih Bölümü ve İslami İlimler Fakültesi’nde misafir öğretim görevlisi olarak bulunmaktadır.

Kırım Hanlığı 1400’lerde kuruluyor. Bu insanlar nereden geliyor, nasıl bir kültürel miras taşıyorlar Kırım’a? Bunu eserlerinde nasıl görebiliyoruz? Ve taşıdıkları ve Kırım’da kurdukları kültürün Arap-Osmanlı kültürü ile nasıl bir yakınlığı vardır?

Kırım, jeopolitik açıdan çok önemli bir yer. Hem İpek Yolu’nun üstünde olması, hem de güneyinde çok önemli liman şehirlerine sahip olması onu, Antik Çağ’dan itibaren çok önemli bir yer haline getiriyor. Türk etkisi orada ne zaman başlar? Aslında 4. ve 5. yy.’dan itibaren başlıyor bu durumu; yani kavimler göçü ile beraber. Daha sonra Kıpçakların hâkimiyeti altına giriyor bölge.kirim-cami-1_1

Hala da o tarihi coğrafya “Deşt-i Kıpçak” olarak bilinir. Yine Türk bir halk olan Kıpçaklar tarafından yönetilmiştir. Akabinde ise, Altınordu Devleti’nin idaresine girdi bölge, 13. yy.’dan itibaren. Altınordu Devleti biliyorsunuz Türk-Moğol devletidir. Ve 13. yy. ortasından itibaren İslamiyet’i kabul etmiştir. Ve Altınordu’nun İslamiyet’i kabul etmesiyle Kırım, aynı zamanda bu İslam coğrafyasının havzasına girdi ve orda bir Türk-İslam kültürü gelişti. Yani bir sentez haline geldi.

Bugün Altınordu döneminden kalan çok az yapı mevcuttur. Yani bütün Altınordu’nun kapsadığı coğrafyada. Hemen hemen hiçbir şey günümüze gelmemiştir. Ama bunların ayakta kalan en güzel örnekleri Kırım’dadır. Bu eski Kırım, Kırım yarımadasının doğusunda bulunan bir şehir. Burası Altınordu’nın idare merkeziydi ve Altınordu’nun valisi orada oturuyordu. Ve orada bugün hala ayakta olan bir cami var. Onu biz bugün Özbek Han Camii olarak bilmekteyiz. Onun arkasında hemen bir İnci Bey Hanı Medresesi var.

Bunların ikisi 13. yüzyıla aittir. Ve aslında Altınordu’dan kalan en önemli yapılardan biridir. Aynı zamanda medresenin banisinin bir hanım olması da çok önemlidir. Kırım’ın o dönemdeki şehirleri ve kültürünü biz aynı zamanda İbn Battuta‘dan öğrenebiliyoruz. Bugün bizim Kırkyer yahut Eski Yurt olarak bilinen coğrafyada türbeler günümüze gelmiştir. Bir de bugün Çufut Kalesi olarak bilinen, aslında bir dağda olan ve bir kale şeklinde olan Kırkyer’de bir cami kalıntısı ve yine Altınordu’dan kalma önemli bir türbe günümüze gelmiştir. Kırım, Altınordu’nun maddi mirası için son derece önemlidir.

Ve aynı zamanda Altınordu’nun hâkim olduğu hiçbir bölgedeki mezar taşları günümüze gelmemiştir. Ama Kırım’da birçok mezar taşı var. Hatta doğuda Özbek Han Camii’nin etrafında birçok mezar taşı var. Ayrıca batıdakiler Kırkyer ve Eski Yurt’dan, Hansaray’ın içindeki hazireye taşındı bu mezar taşları. Bugün Hansaray’ın haziresinde bu mezar taşları.

Şimdi, Altınordu’nun varisi olan Kırım Hanlığı, sizin de dediğiniz gibi, 15. yüzyılın ortasına doğru kuruluyor. Kırım Hanlığı’nın kurucusu Hacı Giray Han’dır. Ondan 1441-42 senesine tarihlenen sikkeler mevcuttur. Yani kendisi Kırım’ı idare merkezi olarak aldı ve orada ilk defa sikke bastırdı. Ama bugün biz Kırım Hanlığı’nın kurucusu olarak genelde Mengli Giray Han’ı biliyoruz. Menli Giray Han, bir dönemde İstanbul’da kalmıştı.

Daha sonra 1475’de Fatih Sultan Mehmet ile beraber Kefe’yi fethettiler. Osmanlı ondan sonra 1475’de Kefe de sancağı kuruyor. Aynı zamanda o dönemden itibaren Kırım Hanlığı Osmanlı himayesi altına girmekte. 1. Mengli Giray, çok önemli bir şahıstır. Aynı zamanda Yavuz Sultan Selim‘in kayınpederidir. Mengli Giray Han’ın kızı Ayşe Hafsa Sultan, Yavuz Sultan Selim’in eşi oluyor. Hatta bazı kaynaklara göre Kanuni Sultan Süleyman‘ın annesidir. Ama o tam kesin olarak bilinemiyor, biraz tartışılan bir konudur.

Mengli Giray esas kurucu dedik. Mengli Giray Han’dan günümüze maddi olarak ne kalmıştır?

kirim_dan_kalan_miras_hansaray_77_FrontMengli Giray Han’ın türbesi yine Bahçesaray’ın batısında Salacık mevkiinde, bazılarına göre de bu türbe onun değil babasının türbesidir, yani Hacı Giray Han’ın türbesi. Bahçesaray’dan önceki sarayın bulunduğu Salacık bölgesinde mevcuttur.

Tamam, Kırım Hanlığı kuruldu, Osmanlı ile akrabalık ilişkileri var. Bu ilişki daha sonra nasıl devam ediyor?

Bu ilk dönemde Osmanlı da bunu yapıyor. Asilzadeler aslında aralarında evlendiriyorlar. Ondan sonra beylikler arasında aynı şey söz konusudur. Kırım Hanlığı bunu devam ettiriyor. Mesela orada Karaçibeyler diye eski Altınordu’dan devam eden bir kabile aristokrasisi var. Onların en önemli olanları Şirinbeyler. Onlar da Karasubazarı’nda. Onların kızlarıyla evlendiriyorlar veya kızlarını onların erkekleriyle evlendiriyorlar; yani başkalarına vermiyorlar. Yani Kırım’da aristokrasi içinde bu evlendirme sürekli devam eden bir şey. Mesela İstanbul da bitiyor bu durum, Sultan Mehmet’ten sonra haremde o bitiyor.

Altınordu Devleti’nden sonra Kırım Hanlığı kuruldu, Osmanlı ile çok yakın ilişkileri var. Yaklaşık 300 sene Kırım ile Osmanlı’nın çok yakın ilişkisi var. Orada Kırım Hanlığı’nın hem kendisine has özellikleri devam ediyor ama aynı zamanda Osmanlı ile yakın ilişkisi önemli bir etkileşime neden oluyor? Kırım-Osmanlı ilişkisinin izlerini sanat eserlerinde nasıl okuyabiliriz?

Mengli Giray Han döneminde Osmanlı Kırım’da şöyle bir politika uyguluyor: Genelde hanedan veliahtları bir tanesi ya da birkaç tanesini rehin olarak İstanbul’da tutuyor Osmanlı ve onlara da istediği zaman, diyelim bir handan hoşnut kalmadı, onu değiştirmek istiyor, o zaman Osmanlı burada rehin tuttuğu veliahtlarından bir tanesine hanlık belgesini verir ve onunla beraber sorguçla, kılıçla, samur kürkü de hediye ederek onu yine gönderir. Osmanlı, aslında burada doğrudan ve çok aktif o politikanın içine girmektedir.

Aynı zamanda 1532’de Sahip Giray Han, ki çok önemli bir handır ve Mengli Giray Han’ın oğludur, Kırım’a gittiğinde yanında kalabalık bir kapıkulu grubu var. O kapıkulu grubunun maaşı doğrudan Osmanlı tarafından ödeniyor. Bir şekilde Osmanlı’nın etkisi tamamen Kırım’da kendisini hissettirmeye başladı. Aslında 16. yüzyılın ortasından itibaren Kırım’daki kültürün Osmanlı ile aynı olduğunu söyleyebiliriz. Hiç bir farkı yok. Bunu hem edebiyatta ve müzikte görebiliyoruz, hem de, beni ilgilendiren kısmında, yani mimaride görüyoruz.

Şimdi edebiyattan belki örnek verebiliriz; mesala Gazi Bora Giray Han biliniyor burada.

  1. yüzyılın ilk yarısında hanlık yapmış bir handır. Kendi divanı var ve mesela onun yazdığı edebi eserler, Osmanlı edebiyatının bir parçası olarak görülüyor. Aynı zamanda müzikte de benzer bir durumu görebiliyoruz. Aynı dönemde Bora Gazi Giray Han’a, Osmanlı sultanı tarafından bir orkestra gönderiliyor. Yani Hansaray’da tamamen bir Osmanlı kültürü hâkimdir. Bunun mimari kısmına baktığımızda, ilk yapı olarak Gözleve’deki Han Camii’ni görebiliyoruz.

Gözleve’deki Han Camii’nin, 1. Devlet Giray tarafından 1550’li yılların civarında yapıldığı kabul ediliyor. Devlet Giray da son derece önemli bir handır. O, 1571 de Moskova’ya akın yapar ve orayı yakıp yıkıp geri döner. Bu seferden dolayı kendisine “Taht Algan” unvanı verilir. 1. Devlet Giray Han, Gözleve’de bir cami inşa ettirir. Bu camı son derece önemlidir. Bizim Kırım’da bildiğimiz üç tane kubbeli cami vardır hanlık döneminden. Bir tanesi Gözleve’deki Han Camii’dir. Bu, bir Mimar Sinan yapısıdır. Ve cami Mimar Sinan’ın tezkeresinde yer almaktadır. Yani Mimar Sinan biliyorsunuz, ancak sahip çıktığı ve “Ben yaptım,” dediği bütün eserleri kendi tezkeresine yazdırmıştır ve bu cami de o tezkerede yer almaktadır.

Bu cami birçok açıdan çok önemlidir. Öncelikle, kubbeli bir cami. Osmanlı’da herkes kubbeli bir cami inşa ettiremez o dönemde. Plan olarak eski Fatih Camii’nin planının bir kopyasıdır. Önünde bir yarım kubbe, bir ana mekânın üstünde bir merkezi kubbe, yanlardan üçer tane kubbe ve beş kubbeli bir son cemaat yeri mevcuttur. Önemli olan nokta ise, biz bu camide iki minare görebiliyoruz. Bunlar aslında hana verilen çok büyük bir ayrıcalık; yani bu iki minareli cami inşa edebilme hakkı edinmesi. Çünkü normalde sadece Osmanlı iki minare inşa etme hakkına sahiptir. Aynı zamanda Mimar Sinan’ın tezkeresinde bir türbeden bahsedilir; ama bugün Gözleve’de bir türbe mevcut değildir.

Yine Eski Yurt denilen ve Bahçesaray’ın batısında bulunan bir bölgede 2. Mehmet Giray Han‘a, yani 1584 senesine ait, tamamen Osmanlı etkisini gösteren bir türbe mevcuttur; 8 köşeli, çift kasnaklı bir türbedir bu. Bunlar 15. yüzyıldan kalma en önemli eserlerdir. Yine tabi ki Kefe, Osmanlı sancağı olduğu için, orada Osmanlı doğrudan inşa faaliyetinde bulunmaktaydı. Orada bir sürü yapı vardı. 17. yüzyıldan bugüne kadar Müftü Camii olarak bilinen bir cami gelmiştir. Şu anda orada “kubbeli cami” olarak bir tek o cami var. Aynı zamanda Sultan Süleyman döneminde orada yapılmış bir kubbeli cami 20. yüzyılda yıktırılmıştır. Kefe’de de aynı zamanda büyük bir hamam vardır ve başka birçok Osmanlı yapısı da mevcuttur.

Yani burada önemli olan, yapı itibariyle, yani mimari açıdan da, diğer Osmanlı kirim-cami2-1_1topraklarından farksızdır bu bölge ve hatta belki daha da fazla Osmanlı veya başkent üslubuna benzemektedir. Bunlara en iyi örnek Hansaray’dır. Hansaray’da biz şöyle bir şey görüyoruz; Hansaray’ın aslında temeli 1. Mengli Giray Han döneminde, 16. yüzyılın başında atıldığını düşünüyoruz. Ama orada esas mekân düzeni ve yerleşim planını düzenleyen 1. Saib Giray’dır. Yani 1532 civarından sonra başlar.

Orada Topkapı Sarayı ve Edirne’deki sarayın bir sentezi olarak görebiliyoruz. Yanı tamamen Osmanlı sarayının mekân düzeni ve bir kopyasını görebiliyoruz orda. Bu çok önemlidir; 16. yy. ortasında ve veyahut birinci yarısında temeli atılan bu saray düzeni daha sonra değişmedi. Hansaray, 18. yy.’ın ilk yarısında tahrip edildi; yanı büyük bir kısmı tahrip edildi ve bir kısmı yakıldı, fakat bu mekân düzeni değişmedi. Orada bir Han Camii var, avlunun diğer tarafında DA Hansaray’ın kendisi var. O, tamamen Edirne Sarayı’nı takip etmektedir; bu mimarinin yerleşim düzeni olarak veyahut mekân anlayışı olarak.

Diğer tarafta da Hansaray’ın başka bir açıdan da çok büyük bir önem taşımaktadır. Osmanlı’nın en kuzey bölgesinde yer alan ve Osmanlı’nın etkisi altında veyahut doğrudan Osmanlı’nın himayesinde olan sivil mimarı örneğidir bu yer. Aynı zamanda ayakta kalabilmiş az sayıda Türk-İslam saraylarının çok güzel bir örneğidir. 18. yy’da Ruslar tarafından yıkıldığında, han İstanbul’dan yardım ister bu Hansaray’ı yeniden inşa etmek için ve buraya hem mimar hem de inşaat malzemesi gönderilir.

Ve hem mimari hem de gönderilen malzeme ilgili Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde belgeler mevcuttur. Hatta hangi malzemelerin gittiğini hangi mimar ve hangi malzemenin gittiğini orada görebiliyoruz. Oradan aslında çok güzel bir bilgi kaynağıdır bu belgeler. Orada mermer parçaların bile İstanbul’dan gittiğini görebiliyoruz. Kereste Sinop’tan gitmiş mesela. Hansaray son derece önemlidir Osmanlı kültür havzasının sivil mimarisi açısından.

Orada aslında Hansaray’ın en eski yapısı bir harem binasıdır. Eskiden çok fazla harem binası vardı ama günümüze bir tane gelebilmiştir. Bu harem binasının, 17. yüzyılın sonu-18. yüzyılın başında inşa edildiği düşünülmektedir. Ve İstanbul’da biz o döneme ait hemen hemen hiç bir mekân günümüze gelmemiştir. Bir örnek vermek gerekirse, yeni caminin hünkâr mahfili verilebilir. Bu hünkâr mahfili ve Hansaray’daki bu eski harem binası birçok paralellik göstermektedir.

Diğer tarafta Hansaray’daki han camii de birkaç defa tekrar inşa edildi ama hünkâr mahfilinde yer alan çiniler de, doğrudan Osmanlı’dan gönderildi ve oradaki Osmanlı varlığını da hissettirmektedir. Diğer tarafta 18. yüzyılın ikinci yarısında, yani 1750 civarında ve sonrasında, Hansaray’ın bazı mekânları tamamen yeniden inşa edilmiştir. Bunlar tamamen Osmanlı üslubuyla inşa edilmiştir ve o açıdan da çok önemlidir. O dönemden de, Osmanlı’nın diğer coğrafyasında olduğu gibi, hemen hemen hiçbir şey kalmamıştır.

Yani hem saray yapısının bir devamı hem de doğrudan sivil mimarinin önemli birer örneği olarak görebiliyoruz onları. Şimdi, 18. yüzyılın 2. yarısında bunlar inşa edildi dedim ama tabi ki sonradan 1771’de başlayan savaşlar ve 1784’de en sonunda Kırım’ın Rusya tarafından ilhakı sonucunda her şey değişmektedir.

1771’den itibaren büyük göçler başlar. 1784’e kadar devam eder. Kırım Tatar nüfusunun yarısından fazlasının, Türkiye topraklarına göç ettiğini görmekteyiz. Bu çok önemlidir aslında; çünkü orada Kırım tamamen boşaltılmaktadır. Ve boşaltılan yerlere de Kırım, başka kolonistler yerleştiriyor ve bu şekilde Kırım tamamen başka bir kültür altına girmektedir. Kırım’da kalabilen Kırım Tatarları için de durum gittikçe zorlaştırılmaktadır. Çünkü Rusya orada onların rahat edememeleri için elinde geleni yapıyor.

Zaten daha sonra Kırım harbinde tekrar büyük bir göç başlıyor 1853’den 1861’e kadar.  Bu göçler tabi ki iki sebeple önemlidir: Kırım Tatar nüfusu ve Müslüman nüfusu boşalmaktadır. Orda artık başka bir nüfus yerleşir. Bu, mimari yapılar için nasıl bir sonuç doğuruyor? Başta camiler boşalır o dönemde ve bazıları başka amaçlarla kullanılır; bazıları da terk edilir ve bu terk edilmeyle kendiliğinden yok oluyor. Ama yine bir şekilde Kırım Tatarları kendi varlığını 20. yüzyıla kadar devam ettirebilmiş.

Ama en kötüsü tabi ki 1917‘de Rusya’daki devrim ve daha sonrasında II. Dünya Savaşı öncesi ve savaş zamanında artık Kırım, Kırım Tatar nüfusundan arındırılmıştır. 1944’de Stalin bütün bu büyük sürgünü gerçekleştirir ve bir gecede Kırım Tatarları kendi vatanlarını terk etmek zorunda kalırlar. Ve ancak 1980’lerin sonu veyahut 90’ların başında tekrar geri dönme şanları oluyor ve bin bir zahmetlerle geri dönüyorlar ve başta derme çatma çadırlarda varlığını sürdürmeye çalışıyorlar.

1993’de ilk defa Kırım’a gittiğimizde ben çok etkilenmiştim. İnsanların bu fakirlik ve zor şartlar altında yaşamaları ve yaşama çabalarını sürdürmeleri, sırf vatan toprağında tekrar yaşamak için. Ve insanlar da yaşlılar ile beraber geldiler ve bu yaşlılar için bu son derece önemliydi. Hatta biz orada birkaç röportaj yapmıştık ve bu insanların çoğu bugün artık yaşamıyor.

Ümmü Gülsüm Sarıoğlu sordu.

Kaynak link: http://www.dunyabizim.com/kc4b1rc4b1m-kc3bcltc3bcrc3bc/16369/kirim-kulturu-osmanlinin-aynisidir-video

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi: