Şehir İslami İlimler öğrencisi Sümeyye Özden, Petra ve Ram Vadisi gezilerine dâir yazdı.
Ürdün’de bulunduğumuz süre içerisinde sabırsızlıkla beklediğimiz bir geziydi Petra ve Ram Vadisi gezimiz. 22 Temmuz 2016 sabahında Amman’dan başlayan yolculuğumuzun ilk durağı yaklaşık 4 saatlik bir mesafede bulunan Petra oldu. Antik kente girmeden önce kazılar sırasında bulunan tarihi eserlerin sergilendiği bir müzeye giriyoruz. Belki bir antik kentten çok fazla bir beklentisi olmaz insanın ki benim de yoktu ama Petra’nın bu fikrimi değiştirdiğini söylemem gerek. Müzeden sonra asıl şehrin olduğu alana ilerlerken, dar ve uzun bir yoldan geçiyoruz. Bu yolun iki yanında yükselen kayalıklar kızıldan sarıya kadar çok farklı renk tonlarına sahip tabakalardan oluşuyor.
Her an kayalıkların arasından karşımıza antik kentin çıkmasını beklediğimiz yolun sonunda el-Hazne isimli yapı karşılıyor bizi. Şehrin içine doğru ilerledikçe milattan önce yaşamış bir topluluğun taşları bu kadar güzel şekillendirmiş ve koskoca bir şehir inşa etmiş olmaları insanı şaşırtıyor. Mağaralara girerek etrafı keşfetmenin, taşlardan tırmanarak şehri yukarıdan seyretmenin verdiği keyif tarif edilemez. Yine taşların yontulması ve oyulmasıyla inşa edilmiş amfi tiyatro da dikkatlerden kaçmıyor ve bize Petra’nın başkentliğini yaptığı Nebatiler’in ne kadar gelişmiş bir toplum olduğu hakkında ipuçları veriyor. 2 saat civarı antik kentin içinde dolaşıp etrafı keşfediyoruz ve daha sonra cuma namazı için, henüz antik kenti gezmeye doyamamışken, Petra’dan çıkıyoruz.
Namaz ve öğle yemeğinin ardından ikinci durağımız Ram Vadisi oluyor. İlk defa çöle gideceğimiz için meraklı bir bekleyiş içindeyken ve bir yandan da zihnimizi meşgul eden soruları düşünürken, geçtiğimiz yerlerin gittikçe kuraklaştığını fark ediyoruz. Giderken “bir çölde en fazla ne olabilir ki?” diye düşündüğümü itiraf etmeliyim, ama aslında hayatımın en güzel dakikalarını orada geçireceğimden habersizdim. Nihayet akşamüzeri varış noktamıza ulaştığımızda önce kalacağımız çadırların olduğu alana gidiyoruz. Mescit olduğunu söyledikleri bir çadıra girip yarı kumlu zemin üzerinde namaz kılıyoruz. Daha sonra safari yapmak üzere arabalara biniyoruz. Hocayla aynı arabaya binmek durumunda kalanlar olarak hayal ettiğimiz gibi hızlı ve eğlenceli bir safari yapamasak da çölün güzelliğine dalınca böyle şeylere pek de takılmıyor insan. Safarinin ardından ulaştığımız kum tepesine tırmanmak kendi adıma en zorlandığım ama bir o kadar da eğlendiğim kısım oluyor. Tepeye tırmanmış olmanın verdiği heyecanla o sırada video çektiğim telefonumu kumların arasına fırlatmam ve elimde telefon olmadığını bir süre sonra fark etmem gibi komik bir olay yaşadığımı da söylemeden geçemeyeceğim. İlk tırmanışımızın ardından yine yukarı doğru çıkmaya devam ediyoruz ama yukarısı biraz daha taşlı bir alan olduğundan tırmanmak nispeten daha kolay oluyor. Neredeyse güneş batana kadar taşların üzerinde kalarak muhteşem çöl manzarasını izliyoruz. Tekrar arabalara binip çadırlara dönmek üzere dik bir kum tepesinden, kumlara bata çıka aşağı iniyoruz. Çadırların olduğu alana dönerek akşam yemeği yiyoruz. Biraz dinlenmenin ardından akşamın ilerleyen saatlerinde çadır sahiplerinin eşliğinde yine biraz tırmanma gerektiren bir alana çıkıyoruz. Kendi halimizde kalabileceğimiz bir fırsat bulunca, etrafında şehrin ışıklarından eser olmayan uçsuz bucaksız bu kum deryasının içinde gökyüzünü izleyerek tefekküre dalıyoruz. Daha sonra tekrar çadırlara dönüyor ve geceyi orada geçiriyoruz. Kimimiz günün yorgunluğunu atarken kimimiz de geceyi çölü izleyerek geçiriyor. Sabah namazından sonra kumlarda oturarak güneşin doğuşunu beklemeye başlıyoruz. Bu bekleme süresince -yani yaklaşık 3 saat- günlük telaşlarımızdan, dert ve üzüntülerden uzak kalıyor, bir anlamda deşarj oluyoruz. Ve bu 3 saatlik süre zarfı, bazılarımız için hayatında geçirdiği en güzel zaman dilimi oluyor. Güneşin doğuşunun ardından saat 8 civarında kahvaltı yapıyoruz ve tam 24 saat bile kalmadığımız ama dolu dolu geçirdiğimiz çöl gezimizi noktalıyoruz.
Gezimizin 3. ve son durağı Akabe. Ürdün’de gördüğüm en yüksek sıcaklık derecesine sahip olan bu mekânda tekne turu yaparak Kızıldeniz’in derinliklerinde saklı olan deniz mercanlarını izliyoruz. Akabe şehrinin sadece sahil kısmına gittiğimiz için deniz, sahil ve denizin diğer tarafındaki İsrail ve Mısır kıyıları dışında farklı bir şey görmüyoruz. Tekne turu ve öğle yemeğinin ardından bir süre sahilde kalıyoruz ve akşamüzeri evlerimize dönmek üzere Amman’a doğru yola çıkıyoruz. Gece 12 civarında evlerimize ulaşıyoruz ve bu yorucu ama güzel geziden geriye anılar kalıyor.