Genel Mülakat

“Hayatın her safhasında dinin hayatla buluşması, hayatın içinde olması ve hayatla harmanlanması oldukça önemli.”

Fatih Turanalp ile çocuklarda din eğitimi ve çocuk edebiyatı üzerine konuştuk. Şeyma Gülseren Durmaz sordu.

Fatih Turanalp kimdir?

1982 Konya doğumlu olan Fatih Turanalp, Necmettin Erbakan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Din Eğitimi anabilim dalında yüksek lisansını 2011, doktorasını da 2017 yılında tamamladı. 2005 yılında çocuklar için beyazbulut.com sitesini kurdu. Çocuk edebiyatı alanında 2007 yılında Salıncak Yayınları’ndan çıkan Binbir Bulut Masalları adlı kitabını 2013 yılında Bi’ Keresinde… ve 2016 yılında Düşünüyorum Da… adlı kitapları izledi. 2013 yılında yayın hayatına başlayan ve 25 sayısı yayımlanan “her yaştan çocuklara edebiyat dergisi” BeyazBulut’un genel yayın yönetmenliğini yürüttü. Fatih Turanalp, evli ve Ayşe Hümeyra’nın da babası.

 

Din eğitimi kaç yaşında başlar, erken bir başlangıcın önemi nedir?

Din eğitiminin başlangıcı için herhangi bir yaş sınırı koymak pek kolay değil. Başlangıcı belirlemekten ziyade dinin hayatla olan bağlantısından yola çıkmak çok daha sağlıklı bir yaklaşım olacaktır. Zira hayatın her safhasında dinin hayatla buluşması, hayatın içinde olması ve hayatla harmanlanması oldukça önemli. Mesela, çocuk anne karnındayken annenin ruh hâlinin, dünyasının dingin olup olmamasının, hatta yiyip içtiklerinin çocuğa doğrudan etki ettiğinden bahsedildiğini duymuşsunuzdur. Çocuk doğduktan sonra onu ninnilerle sarıp sarmalamayı çocuğun dinî gelişiminden bağımsız düşünebilir miyiz? Kaldı ki ninnilerinin çoğunun içeriğine baktığınızda dualar görürsünüz. Sonra ailede bir şeyleri hayatın içinde gören ve yaşayan çocuğun din ile olan bağı ve bağlantısı çok daha farklı olacaktır. Babasını namaz kılarken, annesini Kur’an okurken izleyen çocuk, kendisine herhangi bir yönlendirme yapılmaksızın bunları hayatında bir yerde konumlandıracaktır. Bizim bu gerçekliğin dışında, yani hayatın uzağında kurduğumuz her türlü din eğitimi faaliyetinin, fayda sağlamayacağı gibi zarara da dönüşebileceğini gözden uzak tutmamalıyız. Sadece bir bilgi aktarımı olan ve hayatta karşılığı olmayan dinî bilgi üzerinden yapacağımız tüm aktarımlar, boşa kürek çekmek olacaktır. Dine aç olarak yetişen bir neslin, imkânları değerlendirmek adına dinden usandırmayı beraberinde getirebilecek bir yoğunluğu, çocuklar için özellikle bilgi düzeyinde oluşturmamaları lazım. Dindarlık, dinî bilgiyi iyi düzeyde bilmek değil, onu yaşamaktır. Dindar bir nesil yetiştirmek istiyorsak, onlara çekirdekten itibaren kendilerini içinde huzurlu hissedecekleri, attıkları her adımı hayatın içerisinde anlamlandırabilecekleri bir ortam sağlamalıyız. Hepimizin içinde yaşadığı ve hepimiz için geçerli olan dinî iklimin kalplerimizi çok daha iyi hissettireceğini unutmamalıyız. Şu yaşın pedagojisi şudur, bu yaşın budur diye bilgi düzeyinde pek çok şey söylenebilir. Ama en iyi pedagoji, dinin hayatla buluştuğu yerdedir.

 

Modern dünyada çocukların dini algılamak hususunda karşılaştıkları problemler nelerdir?

Modern dünya herkesi olduğu gibi çocukları da etkiliyor. Ama modern dünya büyükleri etkilemiyor diye kim söyleyebilir? Belki de büyüklerin bakış açısı yara aldığı için çocuklar da bundan etkileniyor olmasın? Zira çocuklar, büyükleri hep taklit ederler. Öğrendikleri şeyler büyüklerde gördükleridir. Eğer problemli bir durum görüyorsak, bunun çocuklar üzerindeki etkileri kadar, bunlara yol açan büyük davranışlarını da sorgulamak durumundayız.

Evet, modern dünyada pek çok şeyin anlamının tekrardan gözden geçirildiği, bir kafa karışıklığı hâli olduğu doğru. Fakat içinde bulunduğumuz dünya, bizim kaderimiz. “Allah’ın kaderinden yine Allah’ın kaderine” kaçabileceğimizi biliyorsak, o zaman bu dünyayı kötülemekten çok burada yaşayabilmenin yollarını aramamız gerekiyor. Bazen hepimizin içini daraltan pek çok şeye şahit oluyoruz. Ya da gittiğimiz yön kimi zaman bizi ürkütüyor. Ancak bizim, kalbimizin sesini dinlemeye her zamandan çok ihtiyacımız var. Bu sesi bastıran o kadar çok şey var ki, bunların arasında cılız kalan içimizdeki o sese kulak vermemiz lazım. Kur’an ve sünnetin ebedî hakikati ve ışığı etrafında yolumuzu ve yolculuğumuzu gözden geçirip kendimize dönmeye ve ayaklarımızı yerde sağlamlaştıran geleneğimize kulak vermeye ihtiyacımız var. Bunları yapabilirsek şayet önce kendimizi, sonra çocuklarımızı modern dünyada da olsak sahil-i selamete çıkarabiliriz inşallah.

 

Çocuklara din eğitiminde edebiyatın rolü sizce nedir?

Eğer biz hayatımızdan çıkarmasaydık edebiyat çok da farklı ve ayrıksı bir alan olarak belirmeyecekti önümüzde. Edebiyat parçalamak, hikâye anlatmak çoğu zaman laf kalabalığının, lüzumsuz laf söylemenin yerine kullanılır oldu. Oysa edebiyatın kökeni şifahî kültürümüze dayanır. Ninniler ve masallar, sözlü edebiyatın ürünü ve hayatın içinde dinamik bir şekilde yer alan bir edebiyat damarıydı. İnsanların günlük hayattaki nezaket kokan cümleleri de edebiyata dâhil idi. Sanat, musiki hepsi bir edebiyat formuydu. Kimi göze, kimi gönle hitap eder, içimize bir neşve katardı. Oysa şimdilerde edebiyat, sadece kitap ve dergi kapaklarına hapsolmuş bir yazınsal tür olarak karşımıza çıkıyor. Hayatın dinle harman olması kadar edebiyatla yoğrulması da nostaljik birer ayrıntı olarak cümlelerimize konu oluyor. Modern dünyadaki hâlimize az önce değindim. Dolayısıyla nostalji yapmak, bize bir şey kazandırmayacak. Geriye dönüp o iklimi tekrar kuramıyorsak bunun yasını tutmak bize sadece zaman kaybettirecek.

Yapabileceklerimizden yola çıkarsak, din eğitimi ve edebiyat bağlamında, ortaya koyulacak ürünlerde dini, bilgi düzeyinde bir aktarım nesnesi olmaktan ziyade metnin içindeki bir hayat unsuru, içinde yaşanılan iklimin doğal bir parçası olarak ele almamız gerek. Anlattığımız hikâyelerde ise geçmişte yaşanmış olayların birebir yeniden yazımı yerine hayal gücü mekanizmasını da çalıştıran, yerine göre kurgusal bir içerik taşıyan ve zengin bir alt yapısı ve anlatım zenginliği olan ürünler ya da anlatım biçimleri ortaya koymamız lazım.

 

Günümüz çocuk edebiyatı ve dinin, çocuk kitaplarındaki konumu hakkında düşünceleriniz nelerdir? Her şey yolunda mı, yoksa düzeltilmesi gereken şeyler var mı?

Dinî içerikli çocuk kitaplarında genel olarak yoğun bir bilgi aktarımı göze çarpıyor ilk planda. Bu anlamda çocuğun bilişsel boyutuna çalışan, öğrenme temelli kitaplar ön plana çıkıyor. Mesaj kaygısı ile birleşince din ögesi, kitaplarda bir hayat unsuru olmaktan ziyade göze sokulan ve bir dersin konusu olarak görülen bir yapıya bürünüyor. Hâl böyle olunca kitapların estetikten ve edebiyatın imkânlarından oldukça uzak olduğu örnekler çokça verilebiliyor. Bu sebeple dinî içerikli çocuk kitaplarını çocuk edebiyatı ürünü saymayan bir kesim de bulunuyor. Bu tür yaklaşımları ideolojik temelli bulup karşı bir direnç göstermeden önce dinî içerikli çocuk kitaplarıyla ilgili bir özeleştiriye ihtiyaç var bence. Edebiyata bir estetik unsur olarak, görsel ve biçimsel zeminde bütüncül bir anlam yükleyebilirsek şayet, kitaplardaki anlatım ve dil de daha farklı bir yere konumlanmış olacak. Dini de aynı şekilde bir aktarım nesnesi, bilişsel temelli bir içerik olarak görmekten ziyade yaşanan hayatın bir parçası olarak sunabilirsek, verdiğimiz ürünler nispeten daha işlevsel bir değer kazanabilecek.

 

Sizin de bu alanda çalışmalarınızın olduğunu biliyoruz. Özellikle Türkiye’deki sayılı çocuk edebiyatı dergilerinden biri olan BeyazBulut maceranızdan bahsedebilir misiniz? Aileler ve çocuklar dergiye nasıl tepki verdiler?

BeyazBulut çocuk edebiyatı dergisi, biraz önce bahsi geçen, edebiyatın görsel ve içeriksel bakımdan beraber düşünüldüğü ve her yaştan çocuğa hitap eden bir dergiydi. 2013-2017 yılları arasında yirmi beş sayı yayımlandı. “Her yaştan çocuklara edebiyat”ı bir felsefe olarak ortaya koymaya çalıştık BeyazBulut’ta. Yani çocuklara çocukluğun saf iklimini sunarken büyüklere de çocukluklarını hatırlatıp her yaşta çocuk kalmanın önemine vurgu yaptık. Bu noktada günümüz çocuğundan daha çok büyüklerden ciddi tepkiler aldığımızı ve bu felsefe ile yaptığımız yayıncılığa günümüz çocuğundan ziyade daha çok geçmişin çocukları tarafından anlamlar yüklendiğini söyleyebilirim. Hâl böyle olunca günümüz çocuğuyla sağlıklı kuramadığımız bu bağ bizi bir nevi nostaljik bir çocuk edebiyatı dergisi konumuna itti. Yayıncılığın bütün zorlukları içerisinde ya bu nostaljik havayı ısrarla sürdürmeye çalışacak ya da piyasadaki çocuk dergileri gibi bir dönüşüme gitmek durumunda kalacaktık. Maalesef sadece yirmi beş sayı direnebildik. Geriye dönüp baktığımızda BeyazBulut’un çocuk edebiyatı dergiciliğinde ortaya koydukları ile adından söz ettirecek hatırı sayılır bir duruş bıraktığını görebiliyoruz. BeyazBulut’un, yayın süreci itibariyle çocuk dergiciliğine bir hareket getirdiğini ve kendinden sonra çocuk edebiyatı dergiciliğinin evrildiği yön bakımından da önemli bir noktada konumlandığını söyleyebilirim.

 

Dinî içerikli olsun veya olmasın, çocuklar için kitap seçerken nelere dikkat etmemiz gerekir?

Bu noktada kitap seçimi yapan öznenin kim olduğu büyük önem taşıyor. Genelde büyükler, çocuklarına bu anlamda çok fazla seçim imkânı bırakmıyorlar. Ya da yanlış bir tercih yapabilecekleri kaygısıyla bu tercihi kendileri üstlenme gibi bir yaklaşım içine giriyorlar. Büyüklerin kaygıları büsbütün yersiz değil. Zira çocuklara sunulan ürünlerde problemli yaklaşımlara sıkça rastlanabiliyor. Ancak çocukların seçim hakkının bulunmaması ya da sınırlı kalması çocukla kitap arasına giren mesafeyi derinleştirmekten başka bir işe yaramıyor. Burada büyüklerin, kitap seçiminde çocuklarla birlikte hareket etmesi ve kitap seçerken onlara rehberlik etmesi daha sağlıklı bir yol olacaktır. Çocuğun ilgi alanları dışında ürünler belirlemek yerine ona sorarak, ona seçenekler sunarak ve yol göstererek bir seçim yapılması daha doğru bir adım olacaktır.

 

Çocukların gerçek dünyayı ve masal dünyasını algılama ve ayırt etmede yaşadıkları bocalamaya karşı yetişkinlerin tavırları nasıl olmalıdır? Bu, olağan ve geçici bir dönem midir?

Sorunuzdaki “masal dünyası” tanımı sadece masallarla sınırlı kalsa herhâlde çok problem olmazdı. Ancak günümüz çocuğu, duyusal ve sinemasal bir sanal gerçekliğin içine çekilmiş durumda. Özellikle teknolojik araçların hayatımızdaki konumu, bu sanal gerçekliğin sınırlarını hayatımızın içine kadar taşımış görünüyor. Bunu kimi yönleriyle olağan görmekle birlikte sınırları doğru bir biçimde koymazsak ortaya çıkabilecek olumsuzlukların boyutundan kaygı duymalıyız diye düşünüyorum. Bu hâlin geçici olmadığını bilerek kendimizi modern dünyaya göre konumlandırmamız gerek. Önce büyüklerin kendilerini konumlandırırken yaşadıkları kafa karışıklıklarını gidermeleri lazım ki bu noktada söyleyecekleri sözlerin çocuk nezdinde bir anlamı olabilsin. Sağlıklı değerlendirme imkânları giderek azalsa da, evrensel gerçeklik ve kadim bilgi doğrultusunda yapılacak sağlıklı belirlemelerle modern dünya hakkında doğru tavırlar ortaya konabilecek ve bunun için çocuklarımız bilinçlendirilebilecektir. Yeter ki onların yaşadığı dünyayı kendimizinkinden ayrı düşünmeyelim ve olumsuz etiketlemelerle aşılması zor duvarlarla çevrili bir hâle dönüştürmeyelim.

 

Sizin çocukluğunuzda en çok etkilendiğiniz kitaplar, yazarlar hangileriydi?

Robinson Crusoe, Guliver’in Seyahatleri, Alice Harikalar Diyarında, Don Kişot gibi klasikler ilk okuduğum çocuk kitaplarındandı. Huckleberry Finn ve Tom Sawyer’ın Maceraları’nı da heyecanla okumuştum. Sonra Muzaffer İzgü’nün Ökkeş serisini hatırlıyorum. Ömer Seyfettin’le epey bir dostluğum oldu. Kelile ve Dimne, Ezop Masalları ve Dede Korkut Hikâyeleri’ni de çok severek okumuştum. Cahit Zarifoğlu’nun Katıraslan’ı ise çocukluğumun en sevdiğim kitaplarından biriydi. Çocukluğumda çocuk dergilerinin de oldukça önemli bir yeri vardı. Doğan Kardeş, Türkiye Çocuk, Başak Çocuk, Yuvamız gibi dergileri büyük bir heyecanla okur, yeni sayılarını dört gözle beklerdim. Bulduğum her fırsatta okur, okuduklarım üzerinde uzun uzun düşünürdüm.

 

Son olarak, çocuk edebiyatıyla ilgilenmek, çocuk kitapları yazmak isteyenlere tavsiyeleriniz nelerdir?

Bu alanda çalışmak isteyen arkadaşlara, çocukların dünyasının artık değiştiği ve kitap okumanın nostaljik bir ayrıntı olarak kalacağı gibi düşüncelerle zaman kaybetmemelerini tavsiye ederim. Kitap kadim bir limandır ve her zaman yolcuları olacaktır, buna inanıyorum. Bir şeyler üretmeden önce kabımızı iyi şeylerle doldurmalıyız. Bunun için bu alandaki iyi eserleri alıcı bir gözle okumalı ve kendimize ait bir ses oluşturmak için yazma denemeleri yapmalıyız. Ortaya koyacağımız ürünleri de zamanlar üstü bir bakış açısıyla ele almalıyız. Yani bugünün çocuğu bundan hoşlanıyor diye onların istediği gibi, gündelik olan şeyler yazmak yerine yıllar sonra da okunsa hakikate dair bir şeyler ortaya koyabilecek miyiz, buna bakmamız lazım bizim. Yapıcı eleştirilere kulak vermeyi de asla ihmal etmesinler tabii. Biz eğer iyi insanlar yetişsin istiyorsak, önce kendimizden başlayarak bir çocuk edebiyatı seferberliği başlatmalıyız. Bu ise sadece kitaplarla sınırlı değil. Hayatın her alanında inceliğe ve saflığa eskisinden daha çok ihtiyacımız var.

 

Fatih Turanalp’e bolca istifade ettiğimiz bu söyleşi için çok teşekkür ederiz.

*Şeyma Gülseren Durmaz sordu.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi: