Gezi Yazısı

İSİF Amerika Serüveni – Sümeyye Özden

Şehir İslami İlimler’in yurtdışı programları kapsamında Amerika’ya giden öğrencilerden Sümeyye Özden, Amerika serüvenlerine dair yazdı.

İSİF’in 3. Sınıfın sonunda gerçekleştirdiği yaz programı vesilesiyle haziran ayının sonunda başlayan Amerika tecrübemiz 70 gün kadar sürdü. Dönemimizden 12 kişi olarak gitmiştik, programın ilk ayında 5 kişi Diyanet Center of America’da bulunurken 7 kişi ise Dayton-Ohio’da Ahıska Türklerinin yaşadığı bölgedeydi. Bu süre zarfında iki grup da bulunduğu yerde çocuklar için yapılan yaz Kur’an kurslarına yardımcı olacaktı. Biz gittiğimizde Diyanet Center’daki kursun başlamasına 10 gün vardı ve o günleri yaşadığımız yeri keşfetmeye çalışmakla geçirdik. Sokakları ve evleri bile Türkiye’ye kıyasla çok farklı olduğu için keşfedilecek çok şey vardı. Bizdeki müstakil evler gibi bir-IMG_0663.JPGiki katlı ve bahçeli evler, her evin önünde park halinde birkaç tane araba ve cetvelle çizilmiş gibi düzenli sokaklar zamanla görmeye alıştığımız manzaralar haline geldi. Amerika’da arabasız bir yere gitmek zor olduğundan arabaya sahip olan insan sayısı bize kıyasla çok daha fazlaydı. Bu yüzden bazı evlerin önünde 2-3 araba bulunması normaldi. Durum böyle olunca toplu taşıma da bizdeki kadar yaygın ve gelişmiş değildi. Geldikten sonraki ilk gezimiz başkent Washington DC’ye oldu. DC bölgesi hiçbir eyalete bağlı olmayan, Virginia ve -bizim yaşadığımız eyalet olan- Maryland eyaletleri arasında bir bölgeydi. Başkente bir otobüs ve bir metro kullanarak gitmiştik ve gidiş dönüş ortalama 11$ tutuyordu. Harcadığımız parayı Türk lirasına çevirmemeye alışınca bunu da kabullendik zamanla. Sonrasında en sık gittiğimiz yerlerden biri DC olmuştu çünkü burası tabiri caizse tam bir müze dünyasıydı. Bu kadar kısa bir tarihle bu kadar çok müze yapmış olmaları ve turistlerle birlikte ülkenin kendi insanlarının da bu müzeleri ziyaret etmesi bence şaşırtıcı bir durumdu. Bu müzelerin hepsi kaliteli müzeler değildi belki ama en azından benim gittiğim müzelerin çoğu gerçekten güzeldi ki bu da onların böyle şeyleri ne kadar önemsediklerini gösteriyordu. İlk on günümüzü DC’ye ve civardaki gezilebilecek yerlere giderek geçirdik. Ayrıca Diyanet Center çalışanlarıyla tanışarak onlarla vakit geçirdik. Bu sırada Amerika’nın İngiltere’den kurtuluş günü olan 4 Temmuz kutlamalarına katılma imkânımız da oldu. Onlar kutladı, biz de oturup etrafı seyrettik. Kongre binasının önünde büyük bir kalabalık toplanmıştı. Müzik eşliğinde oturmak ve akşamın ilerleyen saatlerinde yapılan havai fişek gösterisi dışında yaptıkları bir şey olmasa da Amerikan toplumunu onlar için böyle öneme sahip bir günde gözlemlemiş olmak güzeldi.

38949072_1349778048485588_3520815121821597696_o.jpgVe nihayet merakla beklediğimiz yaz kursu başladı. Daha ilk günden burada yetişen çocukların ne kadar farklı olduğunu gözlemlemek mümkündü. Çocukların ufak bir kavgası bile “punching, bullying” kelimeleri ile ifade edilebiliyor, her an veliler duruma dahil olabiliyordu. Bu tür durumları önlemek için çocuklara sürekli göz kulak olmak durumundaydık. Yine çocukların tek başlarına bir yere gitmemeleri ve birbirleriyle yiyeceklerini paylaşmamaları vs. gerektiğinden sürekli gözlerimiz üzerlerindeydi. Bu tür şeyler başta bizi biraz zorlamış olsa da zamanla Amerika kültüründe yetişen çocuklara nasıl davranmamız gerektiğini öğrenmiştik. 1 ay süren kurs boyunca yaşları 5-12 arasında değişen çocuklarla birlikte vakit geçirmek bize çok şey öğretmişti. Kur’an, İslami ilimler gibi derslerin bu yaştaki çocuklara İngilizce olarak nasıl anlatılabileceği konusunda fikir sahibi olmuştuk. Bir arkadaşla birlikte iki yardımcı hoca olarak erkek sınıfında bulunmak bizim için ekstra zor olmuştu. Bağırmaktan sesimizin kısılmasına sebep olacak veya sinirden ağlatacak derecede yaramaz öğrencilerimiz olsa da kurs bittiğinde onların yaramazlığına bile alıştığımı fark ettim. Bu bir ay içerisinde Diyanet Center’daki muhtelif işlere de elimizden geldiğince yardımcı olmaya çalıştık. Ayrıca kurumun çalışanlarıyla da vakit geçirme imkânı bulduk. Yabancı bir ülkede olduğumuzu hissettirmeyecek kadar samimi ve yardımsever olan bu insanlar oradaki ailem gibi oldular desem yeridir. Oradaki insanlardan bahsetmişken komşumuz Darla’dan bahsetmemek olmaz. 75 yaşındaki bu teyzemiz bir çoğumuza taş çıkartacak kadar sağlıklı ve alışık olduğumuz yaşlı teyze tipinden çok daha farklı bir yaşantısı var. Kızlar olarak Darla sayesinde pek çok farklı tecrübemiz oldu. Bir Amerikalının ve Müslüman olmayan birinin hayatına yakından şahit olmanın yanında birlikte birçok yer gezme fırsatı bulduk ve okyanusa giderek orada kamp yapma gibi farklı aktiviteleri de Darla sayesinde Amerika günlüğümüze ekledik. Botanik bahçesinden müzeye, okyanustan alışveriş merkezine kadar muhtelif mekanlara birlikte gittiğimiz Darla bizim için unutulmaz bir yere sahip oldu Amerika tecrübemizde. Allah kendisine hidayet versin diyelim…

Ağustos ayında Dayton’daki arkadaşlar da aramıza katıldı ve ilk aya kıyasla içeriği farklı bir programa başladık. Bundan sonraki günlerimiz daha yoğun geçecekti. Ahmet Selim Tekelioğlu ile Amerika’da İslam konulu haftalık derslerimizin her hafta düzenli okuması ve yazma ödevi vardı. Bunun dışında farklı üniversite ve kurum ziyaretlerinde Ahmet Selim hocayla ders.jpgbulunduk. IIIT (International Institute of Islamic Thought) de bu kurumlardan biriydi. Programımızın birinci ayında yüksek lisans öğrencileri için yapılan bazı derslere katılmıştık bu kurumda. Howard, Maryland, George Mason gibi üniversiteleri gezdik. Ayrıca Diyanet Center’a gelen farklı hocalarla da seminer/sohbet tarzında programlarla bir araya gelme imkânı bulduk. Derslerin çok yoğun olduğu bir programımız olmadığı için fırsat buldukça çeşitli yerlere geziler düzenliyorduk. Ufak çaplı gezilerin yanında yaşadığımız eyalete 7-8 saat uzaklıkta olan Kanada sınırındaki Niagara Şelalesi’ne ve New York, Boston gibi yerlere uzun yolculuklar da yaptık. Niagara’ya Diyanet Center’daki caminin imamı Mehmet Ali Hoca ve ailesiyle birlikte servis büyüklüğünde bir arabayla gittik. Şelaleye ulaştığımızda saat gece yarısını geçmiş olsa da yapılan ışıklandırmayla gece manzarasının da ayrı bir güzelliği vardı bence. Sabah şelalenin yanında yeşil bir alanda piknik tarzı bir kahvaltı yaparak başladık güne. Niagara’da yaptığımız en güzel şey şelalenin yakınına kadar götüren bota binmek olmuştu. Zaten onun dışında Şelaleyi çeşitli yönlerden izleyip fotoğraf çekmekten başka yapılacak bir şey yoktu. Ama benim için her yerinde ayrı bir Niagara gündüz.jpggüzellik vardı şelalenin. Şelalenin diğer tarafında görünen Kanada’dan manzaranın daha güzel olduğu söyleniyordu, o kısmını görmedim ama Amerika’dan görünen manzara bana yetti. Kulaklarımız akan suyun gürül gürül sesini duymaya alışmıştı. Bota binerken verdikleri yağmurluk benzeri şeyi şelaleyi üstten izlerken de bazı yerlerde giymek durumunda kaldık. Günün sonunda elimizde yüzlerce fotoğrafla ve tatlı bir yorgunlukla Niagara gezimizi bitirdik.

Geziden iki gün sonra Kurban Bayramı vardı. Ülkemizden, ailemizden ayrı geçirdiğimiz bir bayram olsa da ve bayramı 4 değil 1 gün yaşayabilmiş olsak da oradaki Müslümanlarla birlikte bayram namazı kılmak bile çok güzeldi. Dünyanın birçok ülkesinden insan vardı bayram namazında. Bayram sabahı Diyanet Center’ın danışma masasında oturarak gelen telefonları cevaplamakla görevliydim. En sık karşılaştığım soru “ikinci namaz kaçta olacak?” sorusuydu. Başta ikinci namazın ne olduğunu anlamasam da sonradan öğrendim ki Amerika’daki camilerde iki tane bayram namazı kılınıyormuş. O gün akşama kadar külliyenin hediye dükkanında çalışmaktan, cemaat arasında bağış kutusu gezdirmeye kadar pek çok farklı iş yaptık. Çalışırken de bir yandan insanlarla muhatap olarak elimizdeki fırsatı değerlendirmeye çalıştık. Bayramdan birkaç gün sonra külliyenin bahçesinde düzenlenen bayram festivalinde yine birçok ülkeden insan vardı. Hepsi kendi kültürlerine ait kıyafetler, yiyecekler ve farklı eşyalar satan stantlar kurmuşlardı.  Dünyanın her yerinden dilleri, kültürleri farklı bu Müslümanları Amerika gibi bana biraz -tabiri caizse- ruhsuz gelen bir ülkede bir arada görmek manevi bir ortam oluşturuyordu bence.

cof
Bayram Sabahı

Bayram festivalinden sonra dönüşümüze iki hafta kala nihayet New York-Boston taraflarına doğru bir geziye çıkmak için fırsat bulabilmiştik. İki araba kiralayarak grup şeklinde gideceğimiz 4 günlük bir gezi olacaktı bu. Yol hazırlıkları tamamlandıktan sonra sabah saatlerinde kalacağımız yer olan New Heaven’a doğru çıktık yola. Yol üzerinde uğradığımız Philedelphia Masjid isimli bir yerde cuma namazı kıldık. Cemaatin çoğunluğunun siyahi olduğu bu mescitte verilen hutbenin konusu bizim Türkiye’de dinlediklerimizden çok daha farklıydı. Sürekli siyahilerin de bu ülkede büyük işler yapabileceğinin vurgusu yapılıyordu. İki toplum da Müslümandı ama gündemleri o kadar farklıydı ki… Bu tür mescitlerde Amerika’da Müslüman olmanın, bir Müslüman olarak yaşamanın nasıl bir şey olduğu daha iyi gözlemlenebiliyordu. İlk günümüzü yollarda muhtelif yerlere uğrayarak geçirdik ve akşamın ilerleyen saatlerinde New Heaven’daki Diyanet camisine ulaştık. Fakültemiz mezunlarından Meryem Rümeysa Abla ve eşi Ahmet Tahir Abi sağ olsunlar bizi 4 gün boyunca orada misafir ettiler. İkinci günümüzü Boston’da geçirdik ve ertesi gün gezinin benim için en ilginç olan kısmı olan New York’a doğru yola çıktık. Bu arada kaç saat giderseniz gidin yolda ormandan başka bir şey görmek mümkün değildi. Bence bu doğallığı bu kadar güzel korumuş olmaları takdire şayandı gerçekten. Bu ülkeyi en azından kendi gördüğüm yerlerden hareketle “ormanın içine kurulmuş ülke” olarak niteleyebilirim rahatlıkla. New York’ta karşılaştığımız en büyük sorun park yeri bulmak olmuştu. Ki sadece orada değil gezdiğimiz diğer eyaletlerde de aynı sorun vardı. Parkla vakit kaybetmemek adına mecburen gereken parayı ödeyerek bir kapalı otoparka bıraktık arabaları. Times Square’a girdiğimizde kendimi çok farklı bir dünyaya girmiş

dav

gibi hissettim. Çok farklı türde insanlar vardı burada. Amerika toplumunun bütün çeşitliliğini yansıtan bu meydan turistlerle birlikte daha da renklenmiş gibiydi. Bu büyük kalabalığın ibretlik bir yanı da vardı ve bazı şeyler için şükretmem gerektiğini hatırlattı burası bana. Yarım saat meydanda kaldıktan sonra Brooklyn Köprüsü’ne doğru yola çıktık. Gökdelenlerin arasına sıkışmış uzun ince sokaklarda yarım saatten fazla yürüdükten sonra namaz kılmak için bir parkta durduk. Amerika’da yapmaya en çok alıştığımız şeylerden biri olan bulduğumuz yeşil alanda namaz kılmak, bu gezimizde de sık sık yaptığımız şeylerden biriydi. Biz namaz kılarken etraftan geçen kimse bunu yadırgamıyor gibiydi. Aynı şekilde kıyafetimizden veya başörtümüzden dolayı neredeyse hiçbir yerde garip bakışlara veya olumsuz tepkilere maruz kalmadık. Amerikalılar çok mu hoşgörülü bilmiyorum ama bence bizim onlara pek garip görünmememizin asıl sebebi farklılıklarla yaşamaya alıştıkları için her şeyi normal karşılamalarıydı. Parkta öğle ve ikindi namazlarını kıldıktan sonra Brooklyn’e geçmek için metroya bindik. New York’un metro ağında o kadar çok hat vardı ki yanlış metroya binmek çok muhtemeldi. Neyse ki biz bu konuda pek fazla problem yaşamadık. New York’ta iki günümüzü geçirdikten sonra Diyanet Center’a geri döndük. Yaşadığımız yere yaklaştığımızda kendimi gerçekten evime dönmüş gibi hissettim. Sürekli yollarda olmak, navigasyon takibi, New York’un kalabalık sokakları gibi pek çok şey vardı bu dört günde beni yoran. Ama her şeye rağmen oraları görmüş olmak çok güzeldi ve Amerika tecrübemize güzel anılar ekleyerek bitirdik bu geziyi.

Geziden döndüğümüzde son 3 günümüzdeydik. Sami hocayla birlikte grupça yaptığımız toplantıda herkesin Amerika’da geçirdiği bu iki ayı nasıl değerlendirdiğini dinledik ve iki ay boyunca aynı yerde olsak da kişisel tecrübelerin ne kadar farklı olabileceğini gördük. Amerika’da geçen yetmiş günün bana en büyük katkısı yeni bir bakış açısı kazandırması oldu. Din, dil ve ırk konusunda bu kadar çeşitli bir ülkede ilk defa bulunmam dolayısıyla benim için pek çok ilkin yaşandığı bir dönem oldu bu iki ay. Türk olsun veya olmasın orada tanıştığım insanlar Amerika tecrübeme renk kattı ve her biriyle tanıştığıma çok memnun oldum. Bosna ve Amerika arasında karar verme döneminde ve sonrasında Amerika vizesi alma aşamasında bazı zorluklar yaşamış olsam da orada geçirdiğim iki ay hepsine değdi. Amerika’ya indiğimiz gün uçaktan indiğimizde hissettiğim yabancılık hissi dönüşte yerini mutlulukla karışık bir hüzne bıraktı. Sonuç olarak, gitmeyenin bir şey kaybetmeyeceği, gidenin çok şey kazanacağı bir yerdi bence Amerika.

*Sümeyye Özden yazdı.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi: