Alıntı

“Kendini bilmeyen, Allah’ı nasıl bilir?” – Kimyâ-yı Saâdet’ten Alıntılar

“Kendini bilen Rabbini bilir” diyen büyüklerimizden “İlim kendin bilmektir, sen kendini bilmezsen bu nice okumaktır” dizelerini de öğreniyoruz. Rabbini anlamaya niyetlenmiş ilim talibinin yolu da kendini bilmekle başlıyor o halde. Kendimizi nasıl bilebiliriz diye soruyoruz, İmam Gazzali cevapsız bırakmıyor. Kimya-yı Saadet adlı kitabının daha ilk konusu “Kendi Hakikatini Bilmek” olan İmam Gazzali’nin kendimizi bilmek hakkında söylediklerini sizinle paylaşıyoruz:

“Bil ki, Allahu Teâlâ’yı tanımanın anahtarı, insanın kendi kendisini tanımasıdır. İnsana, kendi nefsinden daha yakın bir şey yoktur. Kendini bilmeyen, Allah’ı nasıl bilir? Eğer kendini tanımakla iddia ettiğin zahir azalarından elini ve yüzünü, batın azalarından da acıktığını ve susadığını bilmek ise bu türlü tasarruf bütün hayvanlarda da vardır. Bu çeşit kendini bilmek Allah’ı tanımaya anahtar olamaz. Öyle ise önce kendi hakikatini, dünya yolculuğunu, nereden gelip nereye gideceğini bilip sonra ne için yaratıldığını, dünyaya ne yapmak için geldiğini, saadet ve bedbahtlığın hangi işlerde olduğunu düşüneceksin.”

“Ve yine bileceksin ki, batınında farklı sıfatlar vardır, senin hakikatin bu sıfatların hangisidir, hangi sıfatlar sende asıldır. Mesela, meleklerin sıfatı, onları saadete ulaştıracak olan Allah’ı müşahede etmektir. Eğer sen de meleklerde olan sıfat gibi Allah’ı bilmeyi dilersen, uğraş ve çalış. Ta ki senden Allah’ı bilmeye yol gitsin. Bu yüzden hikmet gözüyle ve ibret nazarıyla bak. Böylece manaları anlar ve kendini de biraz bilmiş olursun. Bunları bilmeyen ise dinin hakikatini bilmekten mahrum olur.”

“Ey sırları öğrenip iyilerin yolundan gitmek isteyen! Eğer kendinden haberdar olmak istersen bil ki, seni yaratan senin hakikatini kalp olarak yaratmıştır. Kalp demekle göğsün sol tarafına yerleştirilmiş ve yürek denilen uzun yuvarlak et parçasını kastetmiyoruz. Bizim gönül dediğimiz, bu âleme geçici olarak gelmiş garip bir varlıktır. Hakk’ı bilmek onun sıfatıdır. Bütün teklif, hitap, ceza onadır. Saadet ve şekavet onun içindir. Onun hakikatini bilmek ise Allah’ı tanımanın anahtarıdır. O halde kalbini bilmeye uğraş.”

“Akıllı insanlar! Bilin ki, bir şeyin hakikatini bilmek, önce onun varlığının bilinmesiyle mümkün olur. Varlığını bilmek de sıfatlarının ne olduğu sorulunca…”

“Kalbin sıfatlarına gelince, bilmelisin ki, her ne işlersen ondan senin kalbinde bir sıfat hâsıl olur. O sıfat öbür dünyaya seninle birlikte gider ve arkadaşın olur. Bu sıfata ahlak derler. O halde hareket ve duruşlarını murakabe et. Böylelikle hangi huya uyduğun anlaşılır. Eğer sendeki kötü halleri yenip terbiye edersen kalbinde nezafet, kanaat, hayâ, zühd, sabır, tahammül, merhamet, sebat, cesaret, marifet, ilim, hikmet sıfatları meydana gelir.”

“İnsanın kalbi ayna gibidir, kötü ahlak ise karanlık gibidir. O, aynayı karartıp Allah’ı bilmekten alıkoyar. Güzel ahlak ise nurdur, aynayı karanlıklardan temizler ve Allah’a ulaştırır.”

“Tüm bunlarla birlikte kalbin üstünlük hallerinden biri de ilim yönünden elde edilir. Eğer bir kimse, ‘üstünlük istemek insanın tabiatıdır’ derse; üstünlük de ilim ve kudretten başka bir şeyle olmaz. İlim istemek ise makbuldür ve ilim Allah’ın sıfatlarındandır.”

“İlim, hakikatini elde etmenin mümkün olduğu bir üstünlüktür. İnsan ile baki kalması da mümkündür. Mal üstünlüğü, makam üstünlüğü ise baki kalmaz, bunlar insanın ölümü ile kesilir. Bu üstünlükleri aramakla ömrü zayi etmek ise büyük cehalet olur. İlim, beden ile değil, ruh ile kaimdir. Ruh bu dünyadan göçünce ilim de onunla kalır. İlim, öyle bir nurdur ki onunla Cenab-ı Allah’a ulaşılır.”

“Bil ki, Peygamberimiz sallallâhu aleyhi ve sellem buyurur ki, ‘İlim öğrenmek her müslümana farzdır.’[1] Âlimler ise farz olan ilimlerin hangisi olduğu noktasında görüş ayrılığına düşmüşlerdir ve her grup da kendi ilmini yüceltmiştir; muhaddis hadis ilmini, fakih fıkıh ilmini. Bize göre ise farz olan yalnız bir ilim değildir. Bir ilmin her meselesini öğrenmek de farz değildir.

Kendisine ihtiyaç duyulan ilim çeşitleri farklıdır, herkese göre de aynı değildir. Zira kişinin ihtiyacının olduğu ilimleri öğrenmesi başta onun için farz-ı ayndır. İhtiyaç hali ise durum ve zaman itibariyle değişir. Fakat bir kimsenin ilimden ihtiyacı da kesilmez. Demek ki Peygamber Efendimiz sallallâhu aleyhi ve sellem bu sebeple böyle buyurdu: ‘Hiçbir müslüman yoktur ki onun için ilim farz olmasın.’”

Nihayetinde her müslümana farz olan ilme gelince, kul olması açısından hangi yolla olursa olsun Rabbini tanımasıdır diyebiliriz. Bu da kendini tanımakla mümkün…

[1] Beyhakî, Şu’abü’l-Îmân, 2/254, 1665.

 

*Hümeyra Hacer Ocakzade alıntıladı.

**Alıntılar Sağlam Kitabevi tarafından basılmış Kimya-yı Saadet baskısından yapılmıştır.

Yorum bırakın