Deneme

SATILIK KATİL: EŞYA

Derme-çatma, ince camlı, bir o kadar da soğuk; içeri girdiğinde onu gülümsemeyle karşılayacak birinin olmadığı evinin kapısını sanki tüm duvarlarını yıkmak istercesine kapattı. Henüz üç ay önce kendini zorlayarak boya yaptığı duvar, rutubetten yeşil-siyah bir renk almıştı. Yere çöktü, sırtını duvara dayadı. Soğuk, rutubet, duman… Hayatındaki her obje, ölüm gününe yaklaştırmak için kurulmuş gizli bir tuzak aslında. Aldığı her nefes, yediği her yemek, hareket ettiği veya etmediği, beyninin çalıştığı her saat ölümü için bir neden, hayattaki oyunların arkasına saklambaç oynarcasına saklanan bir hazırlıkçı. Fakat saklambaç oynayanlarla karşılaştırılamayacak kadar da tehlikeli…

Madem her şey insanın ölmesi için çalışıyor ve bu ölümün gelişine bu kadar hevesli; insan neden kendine bu tuzağı kuran, sinsice planlar yapan her nesne için bunca yıl çalışır, didinir?

Beyninin bir köşesi bu sorularla oyalanırken, bir yandan da sobayı yakmak için kibritleri arıyordu. Tek gözlü evinde birkaç eski eşya vardı sadece: gazeteyle kaplanmış pencerenin ön kısmında kirli bir kılıfı olan yer yatağı, yemek yemek için kullanmış olduğu sağdan-soldan biriktirilmiş veya insanların getirdiği plastik yemek kapları, bir kaç minder ve geçen ay çöp tenekesinin yanında bulduğu bir kilim, bakmak istemediği  -belki de yüzleşmekten korktuğu şeyler olduğu için bakamadığı- kenarda duran kırık bir ayna… Fazlasına sahip olmak istemiyordu, fazlasına sahip olmanın getireceği duyguların ve davranışların bilincinde olmadığından korkuyordu.

Baktığında ona ihanet ettiğini düşüneceği, ızdırabını artıracak katil nitelikli, kaliteli veya marka diye adlandırılan nesneleri neden bu tek odaya ya da dört odacıklı kalbine koysun ki?

Bu kadardı hayal dünyası, mal varlığına bakışı; o güzel gözüken sahtekar eşyalara sahip olabilecek parası varken, hayallerinde hala şuan yaşadığı eve yerleştiriyordu eşyaları. Aklına gelince belli belirsiz güldü. Yoksulluğun hat safhası diye düşünecek oldu, varlığı bilmeyen kendini yoklukta sanır mıydı?

Somali’de, Arakan’da yaşayan bir çocuk; üç katlı, altı odalı, dolabı ağzına kadar yiyecekle dolu bir evin hayalini kurar mı?

Yokluk, hayalleri kısıtlıyor mu? Yoksa insan yanlış şeylerin hayalini mi kuruyor?

Mutluluk kavramının altında kurulan hayallerde neden hep daha fazlasına, daha iyisine sahip olmak yatıyor da; insanlar birbirini sevmeyi, merhamet göstermeyi, hediyeleşmeyi, bir öksüzle sohbet etmeyi mutluluk hayallerinin ana unsuru olarak göremiyor yahut bunları hayallerinin başrölü yapmaya tenezzül etmiyor? Yaşayıp yaşamadığını bile bilmediği annesinin karnında oluşmaya başladığından beri onunla birlikte olan beyni bile ona ihanet ederken, insan şu nankör eşyanın varlığına ve var olmasının gerekliliğine neden bu kadar takılıyor?

İnsanın varlığını önemsemek yerine eşyayı önemseyen, değer verdikleri eşya kadar kendine, düşüncelerine, ruhuna, yaratıcısına ve onun yarattıklarına önem vermeyen, haykırışlara karşı sessiz ve duyarsız kalan insanlar, gün geçtikçe insan olmaya dair her şeyden çok eşyaya, mal varlığına önem veriyorlar ve bunu farkettirmeden etraflarına yayıyorlar. Bir yarışın içindeymişçesine… Bir süre duraksayıp, düşündü. Belki de sadece halinden dolayı diğer insanları suçlamayı tercih ediyor ve bunu daha kolay buluyordu.

Yoksa kırık aynaya bakıp, kendisiyle yüzleşmenin mi zamanı geldi?

Düşüncelerinin ağırlığından eğildikçe eğilen kafasını doğrulttu. Oturduğu kilimin üzerinden kalktı. Yer yatağının üzerindeki tozları yatağı dövercesine silkeledi. “Belki uyursam daha az yorulurum.” düşüncesiyle yatağına(!) uzanmaya karar vermişken birisi kapıya hafifçe, geldiğine pişman olmuşçasına vurdu. Muhtemelen biri onu kendini düşündüğünden fazla düşünüp yiyecek bir şeyler getirmişti. Açmak istemedi kapıyı, midesinin adeta emirler verircesine ses çıkarmasından, onun deyişiyle yokluğa isyanından ötürü, doğrulup açtı. Evin kerpiçleri kırık çatısını incelemekle başladığı gözleme, ev sahibinin dağınık saçlarına, hafif kanlı kömür gözlerine ve uzun zamandır yıkanmadığı belli eski kıyafetlerine acırcasına bakarak devam etti komşu kız; en azından bakışlarından öyle hissettirdi. O ise kızın sahip olduğu kıyafetlere, altın bileziklere ve yüzüğüne bakıp içten içe güldü. Her şeye rağmen elindekileri ve yarışı bir gün kaybedeceğini bildiği halde başkalarıyla yarış içine girmiş acziyetinin farkında olmayan bir kız gibi baktı ona. “İhanete uğramaktan zevk alıyor her halde.” diye düşünürken kuru bir gülümsemeyle yarısı yağ ve salçadan oluşmuş –muhtemelen yemeğin dibi olduğu için- yemeği aldı. Kapıyı kapatırken, bir yandan da düşüncelerine ihanet eden midesine içten içe sövmeye başladı. Uyuma fikrinden vazgeçti, uyumak için fazla yorgundu. Dünyanın isteklerini yakalamak ve ayak uydurmak için de fazlasıyla yavaş ve isteksiz. Tek bir adım atmaya tenezzül ettiğinde dünyanın koşarak uzaklaştığını gördüğü vakitten beri onu takip etmeyi bıraktı.

Ya da yürüyerek gittiğinde, koşarak gelenin farkına vardığından beri…

Hacer Esra Derinsu yazdı.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi: