İbn Atâullah el-İskenderî’nin -Allah ondan razı olsun- bize bizden bahseden hikmetlerinden seçmeler sunmaya devam ediyoruz.
O’ndan râzı olan ve O’nun razı olduğu kullardan olabilmek duasıyla…
*Kapak görseli:
“Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin.” (Zümer, 53).
Hat: Macid Ayral
Kaynak: kalem-guzeli.org
65. Hikmet
:خَفْ مِنْ وُجُودِ إحْسانِهِ إلَيْك، وَدَوامِ إسَاءَتِك مَعَهُ، أَنْ يَكُونَ ذَلِك اسْتِدْراجًا لَك
.{سَنَسْتَدْرِجُهُمْ مِنْ حَيْثُ لَا يَعْلَمُونَ}
Tercüme: Üzerine düşen kulluğu yapmamana rağmen Allah’ın sana sürekli ihsanda bulunmasından kork, çünkü bu seni yavaş yavaş felakete sürüklüyor olabilir. “Biz onları, bilmedikleri bir yönden yavaş yavaş azaba yaklaştırıyoruz.” (Kalem Suresi, 44. Ayet).
Manzum Tercüme:
Devâm-ı mâsiyetle lutf u ihsân-ı ilâhîden
Hazer et ki senin’çün olmasın belki bu istidrâc
Hüdâ Kur’an-ı zî-şânında şöyle eyledi fermân
Habersiz eyleriz biz erbâb-ı isyânı istidrâc
Açıklama: Allah Teâlâ, En’âm suresi 44. ayette şöyle buyurmaktadır: “Kendilerine iletilen mesajı unuttuklarında kendilerine her şeyin kapısını ardına kadar açtık. Kendilerine verilenlerle şımarınca onları ansızın yakaladık ve böylece şaşkın ve umutsuz kaldılar.” Bu hikmet adeta bu ayete tefsir mahiyetinde yazılmıştır. Allah kullarını sınamak için onlara nimetler verir ve kuldan bu nimetler karşısında şükretmesini, ona emrettiklerini yerine getirip nehyettiklerinden uzak durmasını bekler. Fakat insan nimete rağmen şükretmez de tekrar kötü işlere dönerse Allah ona tekrar nimet verir, bu kişi yine şükrü unutur, bu sefer Allah daha çok nimet verir ve artık o kimsenin kalbi kararmaya başlar ve yaptığı işlerin doğru olduğu vehmine kapılır. Çünkü o, bu işleri yaptıkça kendisine verilen nimet artmaktadır. Böylece adım adım felakete sürüklenir, hiç beklemediği bir anda ölüm ona gelir ve azaba sürüklenir. Bu yüzden kâfirin özelliği, sürekli masiyet içinde olmasına rağmen nimetlerin artışından endişelenmemesi, bunun farkına bile varmamasıdır. Müminin özelliği ise kendisine verilen nimetin arttığını fark ederse bunun kendisine felakete sürüklemesinden endişelenip hemen bir nefis muhasebesine girişmesidir; eğer kendini kötü işler yaparken bulursa hemen tövbe etmeli ve nimetinin şükrünü eda etmelidir.
16. Hikmet
كَيْفَ يُتَصَوَّرُ أَنْ يَحْجُبَهُ شَيْءٌ، وَهُوَ الَّذِي أَظْهَرَ كُلَّ شَيْءٍ؟
Her şeyi aşikâre ortaya çıkaran Allah (cc) iken bir şeyin onu perdelemesi nasıl tasavvur edilebilir?
كَيْفَ يُتَصَوَّرُ أَنْ يَحْجُبَهُ شَيْءٌ، وَهُوَ الَّذِي ظَهَرَ بِكُلِّ شَيْءٍ؟
Her şey ile ortaya çıkan Allah (cc) iken bir şeyin onu perdelemesi nasıl tasavvur edilebilir?
كَيْفَ يُتَصَوَّرُ أَنْ يَحْجُبَهُ شَيْءٌ، وَهُوَ الَّذِي ظَهَرَ فِي كُلِّ شَيْءٍ؟
Her şeyde aşikâre ortaya çıkan Allah (cc) iken bir şeyin onu perdelemesi nasıl tasavvur edilebilir?
كَيْفَ يُتَصَوَّرُ أَنْ يَحْجُبَهُ شَيْءٌ، وَهُوَ الَّذِي ظَهَرَ لِكُلِّ شَيْءٍ؟
Her şey için aşikâre ortaya çıkan Allah (cc) iken bir şeyin onu perdelemesi nasıl tasavvur edilebilir?
كَيْفَ يُتَصَوَّرُ أَنْ يَحْجُبَهُ شَيْءٌ، وَهُوَ الظَّاهِرُ قَبْلَ وُجُودِ كُلِّ شَيْءٍ؟
Her şeyin varlığından önce zahir olan Allah (cc) iken bir şeyin onu perdelemesi nasıl tasavvur edilebilir?
كَيْفَ يُتَصَوَّرُ أَنْ يَحْجُبَهُ شَيْءٌ، وَهُوَ أَظْهَرُ مِنْ كُلِّ شَيْءٍ؟
Her şeyden daha açık olan Allah (cc) iken bir şeyin onu perdelemesi nasıl tasavvur edilebilir?
كَيْفَ يُتَصَوَّرُ أَنْ يَحْجُبَهُ شَيْءٌ، وَهُوَ الوَاحِدُ الَّذِي لَيْسَ مَعَه شَيْءٌ؟
Kendisiyle birlikte hiçbir şey yokken bir şeyin Allah’a perdelemesi nasıl tasavvur edilebilir?
كَيْفَ يُتَصَوَّرُ أَنْ يَحْجُبَهُ شَيْءٌ، وَهُوَ أَقْرَبُ إلَيْكَ مِنْ كُلِّ شَيْءٍ؟
Sana her şeyden daha yakın olan Allah (cc) iken başkasının onu perdelemesi nasıl tasavvur edilebilir?
كَيْفَ يُتَصَوَّرُ أَنْ يَحْجُبَهُ شَيْءٌ، وَلَوْلَاهُ مَا كَانَ وُجُودُ كُلِّ شَيْءٍ؟
Eğer O olmasaydı herhangi bir şeyin vücuda gelmesi imkânsızken başkasının onu perdelemesi nasıl tasavvur edilebilir?
يَا عَجَبا! كَيْفَ يَظْهَرُ الوُجُودُ فِي العَدَمِ!؟ أَمْ كَيْفَ يَثْبُتُ الحَادِثُ مَعَ مَنْ لَهُ وَصْفُ القِدَمِ؟
Yoklukta varlık nasıl ortaya çıkabilir acaba? Ya da kıdem sıfatını haiz olan ile hâdis (sonradan ortaya çıkan) nasıl bir arada olur.
Manzum Tercüme:
Nasıl mahcûb olur bir şey ile Hak
O’dur her şeyden evvel zâhiru’l-Hak
Nasıl mestûr eder Mevlâ’yı ekvân
O’dur her şeyden azhar hem nümâyan
Nasıl mâni olur eşya Hüdâ’ya
O’dur tesir eden arz u semâya
Nasıl hâil olur Allah’a âlem
O’dur her şeyden akreb sana her dem
Nasıl ihfâ eder Hallâk’ı hâdis
Vücûd-u âleme zîrâ O bâis
Değil mi hayrete şâyân şu demde
Nasıl zâhir vücûd olmuş ademde
Ne keyfiyyetle sabittir âya
Kadîm Allah ile mevhum-i eşya
Açıklama: Yani hiçbir şey insanların Allah’ın varlığını idrak etmesine mani değildir. Aksine Allah her şeyi yaratıp insanoğluna sunmuştur. Kâinat bütünüyle Allah’ın varlığına delalet etmektedir. Arifler her şeyde O’nu görürler. Kâinattaki somut ve soyut her varlıkta Allah’ın mevcudiyeti ve birliği görülebilmektedir. Evveli düşünülemeyen Allah’ın yarattığı hiçbir şey, onun varlığının anlaşılmasına engel oluşturmaz. Yaratılanların hiçbirinin yaratıcıyla karşılaştırılması mümkün değildir. Aynı zamanda yaratıcının varlığı herhangi bir sebebe de bağlı değildir.
Bu hikmet, Allah âşığı bir zâtın, her şeyle, her şekilde ve her şeyde O’nu gördüğünü gösteren çok güzel bir örnektir.
26. Hikmet
.مِنْ عَلَامَاتِ النُّجْحِ في النِّهَايَاتِ، الرُجُوعُ إلى اللهِ في البِدَايَاتِ
Tercüme: Bir işin başında Allah’a sığınmak, o işin sonunda başarılı olmanın alametlerindendir.
Manzum Tercüme:
Sülûkünde Hüdâ’nın emrine tâbî olan sâlik
Olur hâl-i vüsûlünde emînü’l-‘âkıbe dâim
Açıklama: Mürid için bir başlangıç, bir de son vardır. Onun başlangıcı seyr-i sülûkudur, nihayeti ise vuslattır. Kim ki başlangıcını Allah’a sığınmak suretiyle doğru bir şekilde yaparsa, işin başında Allah’a tevekkül ederse, O’ndan yardım isterse, ferahlık bulur ve sonunda muvaffak olur.
Vuslata ulaşmak isteyen kulun işlerinin dayanağı, yolunda olduğu yüce Allah olması lazımdır. Az veya çok olan amellerindeki gayret ve kuvvetini işlerinin dayanağı olarak görmemesi gerekir. Yani bir işte muvaffak olmak isteyenin öncelikle Allah’a sığınması gerekir. Ve işlerini görürken de tevfikin sadece ve sadece Allah’tan olduğunu unutmaması gerekir.
93. Hikmet
.مَتَى أَعْطَاك، أَشْهَدَك بِرَّهُ؛ وَمَتَى مَنَعَك، أَشْهَدَك قَهْرَه. فَهُوَ فِي كُلِّ ذلِك مُتَعَرِّفٌ إلَيْك وَمُقْبِلٌ بِوُجُودِ لُطْفِهِ عُلَيْك
Tercüme: Allah sana nimet verdiğinde keremini göstermiştir, seni nimetten mahrum bıraktığında da kahrını göstermiştir. Bil ki iki durumda da Allah sana kendini tanıtmakta ve lütfuyla sana yönelmektedir.
Manzum Tercüme:
Her ne dem î’tâ ederse ol Hüdâ
Ey mürîd, işhâd eder birrin sana
Men ederse Hak seni her ne dem
Gösterir kahrını sana bî şüphe hem
Her iki hâl de sana maruftur
Lutf ile ikbâl ile mevsuftur
Açıklama: Allah bir kimseye bazen nimetler verip lütufta bulunur, bazen de nimetten mahrum bırakır. İnsan, lütuf gördüğünde şükretmeyi unutmaması gerektiği gibi mahrum kaldığında da sabredip her hal için hamdetmeyi bilmelidir. Bu iki durumda da Allah’ın sıfatlarının insanda tecelli ettiğinin farkında olmalıdır. Eğer nimet veriyorsa, o kişiye cemâlî sıfatlarıyla tecelli ediyor; mahrum bırakıyorsa da celâlî sıfatlarıyla tecelli ediyordur ve senden kendisini tanımanı istiyordur. Zaten Allah’ı bilmek için O’nun kendini insana bildirmesinden daha iyi bir yol yoktur ki bu da ancak sıfatlarını insana göstermesiyle olur. Bu gösterme işi, bazen insanın fıtratına uygun şekilde meydana gelir yani Allah’ın kula nimet vermesidir; bazen de fıtratına muhalif şekilde olur, bu da Allah’ın kişiyi nimetten menetmesidir. Arif olan kimse ise bu ikisi arasında bir fark görmez, çünkü iki durumda da insan için Rabb’ini tanımaya giden bir yol vardır.
96. Hikmet
.مَعْصِيَةٌ أَوْرَثَتْ ذُلاًّ وَافْتِقَارًا خَيْرٌ مِنْ طَاعَةٍ أَوْرَثَتْ عِزًّا وَاسْتِكْبَارًا
Tercüme: Peşinden Allah’a karşı tevazu ve mahcubiyet hissettiren masiyet, peşinden büyüklük ve kibir hissettiren itaatten daha hayırlıdır.
Manzum Tercüme:
Olur bir masiyet ki iftikâr u zilleti mûris
O kibr u izzet îrâs eyleyen tâatten evlâdır
Açıklama: Allah’a karşı zelil ve ihtiyaç halinde hissetmek kulun vasıflarındandır. İnsanın Rabb’ine yaklaşması için bu sıfatların kendisinde tahakkuk etmesi gerekir. İzzet, büyüklük ve kibriya ise rububiyet vasıflarındandır ve bunların kulda bulunması da o kişiyi yüksek mertebelerden düşürür. Kimi insanlar vardır ki vaktini zahiren ibadetle ve hayırlı işlerle geçirmesine rağmen nefsi azamet hissiyle dolar, yaptığı güzel işlerden dolayı kibre kapılır; kimisi de günah işlemiştir fakat vicdanı içinde bulunduğu durumdan rahat değildir, yaptığı işlerin yanlış olduğunun farkında ve bunlardan pişmanlık duymakta, Allah’tan bağışlanma beklemektedir. Bu yüzden hayırlı işlerin ve itaatin sadece kendilerinin yerine getirilmesi yeterli değildir, kişiden istenen bu işleri yalnızca zahiren yapması değil, asıl olan bu işleri yaparken Allah’a karşı bir tevazu ve huşu içinde yapmasıdır. Hayırlı görünen bir işte eğer tevazu ve huşu yoksa, peşinden boyun eğme gelen masiyet bundan daha hayırlıdır.
102. Hikmet
.مَتَى أطْلَقَ لِسَانَكَ بِالطَّلَبِ، فَاعْلَمْ أَنَّهُ يُرِيدُ أَنْ يُعْطِيَكَ
Tercüme: Cenâb-ı Hak senin dilini O’ndan bir şey talep etmen için çözdüğünde, bil ki istediğini sana vermek istiyordur.
Manzum Tercüme:
Duâya her ne dem tevfîk ederse Hak seni ey can
Bunu bil ki murâd etmiştir elbette sana ihsan
Açıklama: Dua da bir ibadet ve nimet olması itibariyle Hak Teâlâ’dan kuluna bir lütuftur. Kulun duaya varması başlı başına bir tevfik hükmündedir. Ne zaman, Allah, kulunu dua etmeye muvaffak kılma lütfunda bulunursa, yani kulu ne zaman O’ndan bir şey isterse, bilmeli ki bunun sebebi Allah Teâlâ’nın ona ihsanda bulunmayı istemesidir. Çünkü O, kendisine dua ile geleni asla geri çevirmez.
Hz. Peygamber’in bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Şu beş şeye muvaffak kılınan kimse, beş şeyden de mahrum edilmez:
Dua etmeye muvaffak kılınan kimse, duasının kabulünden mahrum edilmez; çünkü Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: ‘Bana dua edin, kabul edeyim.’ (Mü’min, 60).
Tövbe etmeye muvaffak kılınan kimse, tövbesinin kabulünden mahrum edilmez; çünkü Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: ‘O, kullarının tövbesini kabul edendir.’ (Şûrâ, 25).
Şükretmeye muvaffak kılınan kimse, kendisine verilen nimetlerin artmasından mahrum edilmez (kendisine verilen nimetler mutlaka artar); çünkü Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: ‘Eğer şükrederseniz, elbette size nimetimi artıracağım.’ (İbrahim, 7).
Günahlarından bağışlanma dilemeye muvaffak kılınan kimse, bağışlanmadan mahrum edilmez; çünkü Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: ‘Rabbinizden mağfiret dileyin; çünkü O çok bağışlayıcıdır.’ (Nuh, 10).
İnfak etmeye muvaffak kılınan kimse, infak ettiği malın yerine yeni bir nimetten mahrum edilmez (o infak ettiği malın yerine mutlaka yeni ve daha güzel bir nimet verilir); çünkü Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: ‘Her neyi hayra harcarsanız O, onun yerine başkasını verir.’ (Sebe, 39).”[1]
Ama kul bilmelidir ki, duaya icabet bazen istenilenin aynısıyla, bazen istenilenden başka bir şeyin ya hemen veya daha sonra nasip olması şeklinde gerçekleşebilir. Kul için en hayırlı olanı sadece O bilir.
160. Hikmet
.رُبَّما دَخَلَ الرِيَاءُ عَلَيْك مِنْ حَيْثُ لاَ يَنْظُرُ الخَلْقُ إلَيْك
Tercüme: İnsan, kimse onu görmüyorken bile riyakâr olabilir.
Manzum Tercüme:
Olur vâki riyâ gâhî
Seni görmeksizin kimse
Açıklama: Ey mürid, bil ki riya, insanların arasında ibadet yaptığında girebildiği gibi, yalnız başına ibadet yaptığında da ibadetlerine karışabilir. Yani riya iki türlüdür: Açık riya ve gizli riya. Açık riya, kişinin yaptığı ibadeti, diğer insanlara göstermesi suretiyle olur. Bunun alametine ihtiyaç olmaz. Gizli riya ise insanların görmesine bağlı olmadığından dolayı delil ve araştırmaya muhtaçtır. Bu yüzden, insanın riyakâr olup olmadığını anlaması için riyanın alametlerini bilmesi gerekir. Çünkü bu karıncanın yürümesinden bile gizlidir.
Kişinin, kendinin iyi bir kul olduğu düşüncesiyle, insanların ona saygı göstermesini beklemesi, ikram edilmeyi arzu etmesi, kendine özel bir hürmette bulunulmamasına kızması gizli riyanın alametlerindendir.
Kendisinde bu gibi alametleri sezen birisi, insanlardan saklasa bile riyakâr olduğunu bilmelidir. Kul riyadan da, her şerden olduğu gibi dua ile Allah’a sığınmalıdır.
…………………..
[1] Celâlüddîn es-Süyûtî, ed-Dürrü’l-mensûr, 4/71.
Not: Hikmetlerin açıklamaları hazırlanırken İbn Abbad, Şernubi ve Hafız Ahmed Mahir Efendi’nin şerhlerinden istifade edilmiştir. Manzum tercümeler Sufi Kitap Yayınları’ndan çıkan Hafız Ahmed Mahir Efendi’nin Hikem-i Atâiyye şerhinden alınmıştır.
Bu yazı bir kitap okuma etkinliğinin sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Katkılarından dolayı Rıdvan Talha Yücedağ, Mahmut Zahit Ergün, Feyza Nur Turan, Abdullah Bardakçı, Abdullah Acun, Abdülkerim Auwal, Onur Şeh, el-Habib Algoni ve hocamız Muhammed Raşid Derşevi‘ye teşekkür ederiz.