YEKDER yönetim kurulu başkanı Sedat Özgür ile sağlıklı din eğitimi süreçleri ve YEKDER üzerine konuştuk. Abdullah Bardakçı ve Rabiul İslam sordu.
Hocam öncelikle bize bu mülakat fırsatını verdiğiniz için teşekkür ederiz. Sizi kısaca tanıyabilir miyiz?
1980 Tekirdağ/Malkara doğumluyum. Ortaokul ve liseyi Malkara İmam-Hatip Lisesi’nde tamamladım. Ardından Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde okudum ve 2003 yılında mezun oldum. Öncelikle YA-DA şirketinde araştırmacı olarak, sonrasında Çınar Kolejinde din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmeni olarak çalışmaya başladım. Altı yıllık özel okul hayatından sonra, devlet okullarında DKAB ve İHL meslek dersi öğretmenliği yaptım. Şu anda da DKAB öğretmeni olarak çalışıyorum. Bununla beraber çeşitli sivil toplum kuruluşlarında görevlerim oldu. Şu anda da YEKDER yönetim kurulu başkanlığı görevini yürütüyorum.
Din eğitimi ile dinî eğitim farklı şeyler mi?
Dinî eğitim dediğimizde dini merkeze koyarak yapılan bir eğitimden bahsetmiş oluyoruz. Buna bağlı olarak din diğer bütün alanları kuşatmış, içine almış oluyor. Din hayatın merkezinde olarak, hayatın bütün alanlarını, farklı disiplinleri de kuşatacak bir konumda bulunuyor. Bunu sadece İslam’la sınırlandırmadan diğer dinler için de söyleyebiliriz.
Ancak din eğitimi dediğimizde ise çerçeveyi biraz daraltıp konuyu daha küçük bir alana indirgemiş oluyorsunuz. Nasıl ki bir tarih, coğrafya, biyoloji eğitimi varsa, bunun bir benzeri olarak da din eğitimi karşınıza çıkmış oluyor. Bu açıdan dini, diğer bilimler gibi ayrı bir alan olarak ele alan bir yaklaşım sergilemiş oluyorsunuz. Din eğitiminde, genel olarak bir dinin öğretilmesine yönelik faaliyetlerin tamamı akla geliyor.
Sağlıklı bir din eğitimi ailede başlıyor dersek, ailede sağlıklı din eğitimi hususunda nasıl bir metot izlenebilir?
Bu süreç öncelik eşlerin kendisinde başlıyor. Sahip olunan güçlü ve zayıf noktaların bilinmesi gerekiyor. Eşlerin birbirlerine olan yaklaşımları, güvenleri, hayata yükledikleri anlam, kullandıkları dil ortak olmalıdır. Bu beraberinde ülfet ve muhabbeti getirecek, bu da ailenin bütün fertlerine yansıyacak bir atmosferi oluşturacaktır. Çünkü aile ortamında etkileşim ve örnek alma sözden ziyade hâlle ilgilidir.
İkinci olarak çocukları tanımak zorundayız. Onların mizacı, yönelimleri, yetenek ve kabiliyetlerini fark etmeliyiz. Bu tanıma ve ortak dil oluşturma süreçlerinden sonra amaçlarımız geliyor. Eşimizle veya çocuklarımızla birlikte neyi hedefliyoruz? Daha özelde din eğitimi anlamında çocuklarımıza neyi kazandırmak istiyoruz? Onlarda görmek istediklerimiz neler? Örneğin; Kur’an-ı Kerim’i çok iyi okuyor olması veya temel dini bilgilere sahip olması mı? Namaz kılması mı? Hafız olup Kur’an’ı ezbere bilmesi mi? Ahlaklı bir birey olması mı? Ya da bunların tamamı mı? Çünkü geliştireceğimiz tavır ve yaklaşımlar bu hedeflerin netleşmesine ve imkânlarımıza göre olacaktır.
Üçüncü olarak “Bu eğitim süreci için sağlıklı bir ortam oluşturabildik mi?” sorusu karşımıza çıkacaktır. Yani bu eğitimi gerçekleştireceğimiz ortamın bütün şartları uygun mu? Evin hâkim bir noktasında bulunan televizyona sürekli maruz kalan aile fertleri neyi nasıl gerçekleştirebilirler? Çocuğunuzun ilgisini dağıtacak, harici unsurların etkin olduğu bir ortamda eğitim de sancılı olacaktır. Bundan dolayı bu eğitim ortamının düzenlenmesi önemli olmaktadır.
Bir sonraki aşama ise tüm bunları mezcetme süreci. Yani kendi imkânlarımıza ve çocuğumuzun imkânlarına göre, uygun ortamda çocuğun ihtiyacı olanı verebiliyor muyuz? Konuştuklarımızı şu şekilde özetlebiliriz: Çocuğu tanımak, çocuğun dinî gelişimini değerlendirmek, anne ve baba olarak tutumlarımız, ev ortamını düzenlemek, doğrudan ve pratik yolla aktarmak istediğimiz bilgiyi hangi seviyede ve nasıl bir yöntemle vereceğimizi bilmek. Bunlarla beraber din eğitiminin en temel alanını oluşturan, çocuğumuzun iman gelişimini nasıl destekleyeceğimizi, ibadet alışkanlığını nasıl kazandıracağımızı ve ahlaki gelişimini nasıl destekleyeceğimizi bilmek zorundayız.
Zaten Yekder’den çıkan Ailede Din Eğitimi kitabında da bunlardan bahsediliyor değil mi?
Evet. Ailede Din Eğitimi kitabı YEKDER tarafından birkaç yıl önce hazırlanan ve geliştirilen, ailelerin din eğitimi alanında desteklenmesinin amaçlandığı bir program çerçevesinde ortaya çıkmıştır. Biz bu kitapta ailede din eğitimini on başlık altında toplamaya çalıştık. Ve bu kitabı hazırlarken, bu alanda uzman kimselerin vermiş oldukları seminerlerle ve yine onlarla birlikte o öğrenme ortamında gerçekleşen karşılıklı etkileşimlerin sonuçlarıyla beraber aktarmaya çalıştık. Dolayısıyla biz burada az önce de ifade etmeye çalıştığım üzere tanıma, ortamların düzenlenmesi, neyi nasıl aktaracağımız ve yöntemlerin bilinmesi gibi konuları içeren yani aslında alanın bütününü ilgilendiren bir çalışma olmasını hedefledik.
Hocam siz de uzun süredir din kültürü hocasısınız, yıllardır öğretmenlik yapıyorsunuz. Dini öğrenciye ulaştırma noktasında sizi en çok zorlayan durum nedir?
Bunu biraz genelleştirip zorlukların nelerden kaynaklandığı belirttikten sonra ifade edeyim. Bunlar; öğrenciden, öğretmenden veya eğitim ortamından kaynaklı olabilmektedir.
Bunları tek tek ele alacak olursak, ilk çeşit sorunlar öğrenci profiliyle ilgili olanlardır. Biz hepsini tek bir çatı altında öğrenci olarak tanımlıyoruz ama birçok farklı kişilik ve beklenti var bunun içerisinde. Dolayısıyla buradaki temel soru şu: Öğrenci gerçekten tâlib mi? Bence öğrenciden kaynaklanan sorunun çıkış noktası burası. Öyle öğrencilerim oldu ki yazılı sınavına girmiş elinde kalemi yok. Neden olmadığını sorduğum zaman “bulamadım, yok” diyor. Hiç bunun derdine düşmemiş. Zayıf almak, sınıf tekrarı yapmak onun için önemli değil. Biz çeşitli sosyal kültürel faaliyetlerle beraber gecesini gündüzüne katarak bir şeyler öğrenmeye çalışan kişiyi de öğrenci olarak tanımlıyoruz. Sınava kalemsiz geleni de? Yani karşılaşılan zorluk öğrencinin anlatmak istediğiniz şeyle ne kadar ilgili olduğu. Bu anlamda vermek istediğinize talip olup olmadığı. Çünkü o düşünmeyi gerçekleştiremediğinde kendisinin niçin orada olduğunu anlamlandıramıyor, sizin neden o konuyu anlattığınıza bir anlam veremiyor. Buna bağlı olarak da size çeşitli sorunlar çıkartabiliyor. Bununla ilgili bir başka mesele ise öğrencinin merak, ilgi ve kabiliyetinin geliştirilmeye ihtiyaç duyması. İşte burada bizim meslektaşlarımıza büyük iş düşüyor.
İkinci çeşit sorunlar, yani öğretmenlerle ilgili olanlar ise ilk olarak öğrenciye yaklaşımla ilgili. Öğrenci olarak karşımızda duran kişi kendi çocuğumuz olsaydı biz yine de o aksaklık oluşturabilecek performansı sergiler miydik? O çocuğu bize verilen bir emanet olarak değerlendirdiğimizde onun için yapacak bir şeylerimiz olduğunu düşünüp ona göre heyecanla, aşk ve şevkle bir şeyler anlatırız. Böylece sorunlar azalmış olur. Ama bu yaklaşımda olmazsak öğrenciyi sürekli sorun çıkartan biri olarak tanımlamaya başlarız. Bu sefer ayaklarımız ileriye değil geriye doğru gitmeye başlar. Okul, sınıf bizi cezbetmez, dolayısıyla bir yük olmaya başlar.
Üçüncü çeşit sorunlar ise ortam ve kullandığımız yöntemle ilgili sorunlar. Eğer biz çocukta merak duygusunu geliştiremiyorsak, onu tefekküre ve araştırmaya sevk edemiyorsak, ona balık tutmayı öğretemiyorsak çocuğa aktardığımız bilgiler bir süre sonra kaybolup gidecektir. Dolayısıyla bizim o yaklaşımımızla beraber kullandığımız yöntemin de doğru olması gerekiyor. Doğru bir aktarım süreci oluşturmamız gerekiyor. Diğer taraftan öğrenciler, öğretmenlerinin öğrettikleri ve anlattıklarından ziyade onların hayatlarını, duruşlarını örnek alıyorlar. Bugünkü ifadesiyle onu rol model olarak görüyorlar. Dolayısıyla biz öğrenciye istediğimiz kadar zamanın kıymetini anlatalım, eğer derse geç girip çıkıyorsak zamana ne kadar kıymet verdiğimizi çocuk buradan yola çıkarak anlayacaktır.
Hocam zikrettiğiniz üçüncü husus, yani imkânların ve uygun ortamın sağlanması, Türkiye’de şu an ne kadar mümkün? Bu anlamda bir öğretmene ne kadar elverişli ortamlar sağlanıyor?
Bir an “iman varsa imkân da vardır” sözünü hatırladım. Dolayısıyla o elindeki çok sıradan gibi gözüken bir şeyi aslında öğretmen şekillendirebilir. Belki aleyhinde gözüken bir şeyi tam tersine, lehine de çevirebilir. Öğretmenin elindeki malzemeye nasıl baktığıyla ilgili bir şey bu. Mesela Hz. Peygamber’den(s.a.v.) örnek vermek gerekirse, abdestin günahları döktüğünü anlatacakken eline bir dal parçası alır ve sallar, “Niçin böyle yaptığımı sormayacak mısınız?” diye sorar. Sahabe tabii cevabı merak eder. Hz. Peygamber(s.a.v.) devam eder ve der ki: “Bir Müslüman güzel bir şekilde abdest alır, sonra da beş vakit namazını kılarsa, onun günahları bu yapraklar gibi dökülür.” [1] Elindeki kurumuş bir dal parçası ve yaprak aslında o konunun somutlaşarak muhatabının zihnine kazınmasının bir parçası olabiliyor bu anlamda. O yüzden çok farklı materyaller karşımıza çıkacaktır. Ama dediğim gibi burada mesele, neyi materyal olarak gördüğümüzle, ona nasıl baktığımızla ilgili. O yüzden ortam dediğimde her türlü imkâna sahip, teknolojik olarak donanımlı yerlerden bahsetmiyorum. Gidişat hocaya göre oluyor. Sınıf atmosferi, öğrencilerin ilgi ve dikkatleri, öğretmenler odasının canlılığı temelde öğretmene bağlı olarak oluşuyor.
Bu geniş bir soru olacak ama YEKDER bunun için ne gibi faaliyetler yapıyor? Bunu nasıl özetleyebilirsiniz?
Yaygın Eğitim ve Kültür Derneği’yiz ve sivil din eğitimi alanında çalışmalar yapıyoruz. Burada muhatap kitlemiz yaş aralığı itibariyle okul öncesinden başlayarak yetişkinlere kadar uzanıyor.
Biz okul öncesinde öğrencilere, din eğitimi anlamında çocuklara verebileceğimiz ideal bir programın nasıl olması gerektiğiyle ilgili bir çalışma yapıyoruz. Sonrasında ilkokul dönemi itibariyle öğrencilerimize uygun bir din eğitimi çalışmasının nasıl olması gerektiğinin bir yansıması olarak Ev Okulu çalışmalarını yürütüyoruz. Ortaokul ve lise öğrencilerine seviyelerine uygun, onların ihtiyaçlarını karşılayacak ve yöntemleri ona göre belirlenmiş Marifet Okulu çalışması yapıyoruz.
Yine toplumda kilit noktada olduğunu düşündüğümüz eğitimcilere, din eğitimcilerine yönelik olarak da Eğitimci Geliştirme Programımız var, bununla beraber öğretmen seminer ve atölyeleri düzenliyoruz. Eğitimcilerin niteliğine katkı yapmayı önemsiyoruz. Çünkü tek tek kişilere ulaşabilme imkânımız sınırlı ama eğitimcilere dokunabilirsek onların etki gücü daha fazla. Dernek merkezimizde kadınlara yönelik aşamalı seminerler programını, ailelere yönelik ailede din eğitimi programını yürütüyoruz. Tüm bunlarla beraber dünyada ve ülkemizde din eğitimi alanında neler oluyor neler bitiyor, gündemimizde neler olması gerekir anlamında daha akademik bir yol çizdiğimiz, Din Eğitimi Akademisi(DEA) birimimiz var. Burada da İslami bir perspektifle eğitim ve eğitimi ilgilendiren süreçleri değerlendirmek, organize etmek, bu amaçla eğitimle ilgilenen kişi ve kurumların pedagojik ve akademik gelişimine katkı sağlama amacıyla akademik araştırma ve seminerler yapıyoruz, raporlar ve ilmi toplantılar düzenliyoruz. Bunların en önde geleni bu yıl ikincisini düzenlediğimiz Uluslararası İslam Eğitimi Kongresi’dir. Dünyanın ve ülkemizin farklı bölgelerinden katılan akademisyenlerle eğitim sisteminde yaşanan problemlerden yola çıkarak, İslam kültür ve medeniyetiyle uyumlu bir eğitimin imkânını tartışmaya açmış oluyoruz. Ayrıca din eğitimcilerine materyal desteği (DEMA) için hazırlıklarımızı sürdürüyoruz.
Bununla beraber yaptığımız çalışmaların farklı kurumlar tarafından modellenmesi sürecini yürütüyoruz. Ne kadar çok modellenirse, ne kadar çok kişiye ulaşılırsa iyi ve güzel olanın artacağına, hayırlı işlerin devam edeceğine inanıyoruz. YEKDER’in çalışmalarını ana hatlarıyla böyle ifade edebiliriz.
Çok teşekkür ederiz hocam.
Ben teşekkür ederim. Çalışmalarınızda muvaffakiyetler dilerim.
[1] el-Münzirî, et-Terğîb ve’t-terhîb, I/185. Hadisin tamamı şöyledir: Hz. Peygamber bir gün Hz. Selman-ı Fârisî ile beraber bir ağacın altında otururken kuru bir dal parçası alır ve onu yaprakları dökülünceye kadar sallar. Sonra, “Ey Selman, bana niye böyle yaptığımı sormayacak mısın?” diye sorar. Hz. Selman, “Niye böyle yaptınız?” der. Bunun üzerine Hz. Peygamber, “Bir Müslüman güzel bir şekilde abdest alır, sonra da beş vakit namazını kılarsa, onun günahları bu yapraklar gibi dökülür.” buyurur. Sonra şu ayeti okur: “Gündüzün her iki tarafında ve gecenin saçaklarında (gündüze yakın olan saatlerinde) namaz kıl! Muhakkak ki, iyilikler kötülükleri giderir. Bu, düşünebilenlere bir öğüttür.” (Hûd, 114).
*Abdullah Bardakçı ve Rabiul İslam sordu.