Alıntı Kitaplık

Şuayb el-Arnavut’tan İlim Ehline Tavsiyeler

Enbiya Yıldırım’ın merhum Şuayb el-Arnavut hocayla yaptığı söyleşiden ilim ehline yönelik tavsiyeleri aktarıyoruz. Rıdvan Talha Yücedağ alıntıladı.

1928 yılında Şam’da doğan ve 2016 yılında Amman’da vefat eden büyük muhaddis ve muhakkik Şuayp Arnavut, İslam dünyasında tahkik ettiği birçok kitap ile tanınıyor. Enbiya Yıldırım Hoca, 2005-2011 yılları arasında hem Amman’da bulunduğu dönemde Şuayp Arnavut Hoca ile yüz yüze konuşma fırsatı bulmuş, hem de daha sonra kendisiyle uzaktan iletişim kurarak kafasındaki soruları sorup cevaplarını hocadan yazı ve ses kaydı şeklinde almış. Enbiya Hoca, bütün bu sorularına aldığı cevapları kitaplaştırıp Türkiye’deki ilim ehlinin istifadesine sunmak istemiş ve böylece Hadisler ve Zihinlerdeki Sorular ortaya çıkmış.

Hadisler ve Zihinlerdeki Sorular, Şuayp Arnavut Hoca’ya hayatı, ilmi eserleri tahkik ederken takip ettiği yöntem, hadisleri anlama problemi, hadis usulü, peygamber ve sünnet tasavvuru gibi birçok konuda sorulmuş soruların cevaplarını ihtiva ediyor.

Biz, kitabın son kısmında bulunan “Türkiye’ye ve İslam Dünyasına Mesajlar” üst başlığının altındaki “Türkiye’deki İlim Ehline Tavsiyeler” bölümünden önemli gördüğümüz ve ilimle iştigal eden herkesin okuması gerektiğini düşündüğümüz kısımları alıntılayarak istifadenize sunmak istedik.

 

  1. Hadis Hocalarına Tavsiyeler

Enbiya Yıldırım: Türkiye’deki İlahiyat Fakültesi hadis hocalarına neler tavsiye edersiniz?

Şuayp Arnavut: Kendilerini her zaman yetersiz görerek geliştirmelerini ve araştırma alanlarında adım adım ilerlemelerini, her gün biraz daha ileri gitmelerini, alanlarında temayüz etmelerini tavsiye ediyorum. İyice derinleşmek suretiyle taklit seviyesinden bilme seviyesine çıksınlar.

Meseleleri de derinlemesine incelesinler. İyice inceleyip tahkik etmeden, gerçekliğini araştırmadan bir müsteşrikin makalesini veya aykırı bir insanın yazısını okuyup oradaki şeylerin çığırtkanlığını yapmasınlar. Pek çok insan böylesi vehimlerin içine düşmektedir. Sürekli başkalarını hatta Batılı ilim adamlarını taklit etmektedirler. Oysa Batılılar ne Kuran’ı bilirler, ne de hadisi. Müsteşrik ne kadar çabalarsa çabalasın, her zaman hakikatlerden uzak kalır. Çünkü kalbi İslam’la dolmamıştır ki onun hakikatini anlasın. İslam’a dışarıdan bakmaktadır.

Tüm bunların yanında Allah’tan korkmalarını tavsiye ediyorum. Çünkü Allah’tan korkmak insanı hataya düşmekten korur; samimiyet ve ihlas üzere tutar. Allah tarafından bir tevfik yoldaş olmadığı zaman kişi yolunu şaşırır. Bu nedenle hem çalışma hem de Allah’tan tevfik, ihlas gereklidir. Hadisleri çeşitli zaviyelerden tartışıp irdelerken, her hâlükârda takvanın insanın önünde durması gerekir. Hadis ilminde takvasız, ihlassız çalışılmaz.

 

EY: Bizler İlahiyat Fakültesi’nde dört yıl boyunca sekiz-on saat hadis dersi yapıyoruz. Sizler bu fakültelerin birinde hoca olsaydınız öğrencilerle nasıl bir ders işlerdiniz, neler okuturdunuz?

ŞA: Arapça ve diğer ders hocalarıyla yardımlaşarak, öncelikle nasları anlamaları için Arapçalarının iyi olmasına gayret ederdim. Zira cümleler ve bunları meydana getiren terkipler son derece önemlidir. Arap ülkelerinde yaşamayan ilim talebelerinin kavaid bilgilerinin çok iyi olması gerekir. Nahiv, ilim talebesi için temel esastır; Kur’an, hadis, tefsir ve fıkıh naslarını anlamasına yardımcı olur. Bütün bu ilimlerin anahtarı nahivdir. Nahiv bilgisi kuvvetli olduğu zaman insana bütün ilimleri boyun eğdirir. Bunu hazmedebilirse tüm ilimlerin altından kalkar. Bu sadece Arapçayı sağlıklı konuşabilmek için değil, manayı anlamaya en büyük yardımcı olmasından dolayıdır.

Bu yüzden öncelikle Arapçanın iyi öğretilmesi gerekir. Arapçasız bu iş olmaz. Arapçayı halledemeyen bir ilim talibi ortaya bir şey koyamaz. Bu hedef doğrultusunda Arapça alanındaki çalışmasını her gün devam ettirmesi ve bir şeyler seçip okuması gerekir. Talebeye öğretecek olan, örneklerin çokluğudur. Bu da çok ve devamlı okumak suretiyle, başta Hz. Peygamber’in kelamı olmak üzere âlimlerin farklı Arapça üsluplarına muttali olmakla geliştirilebilir.

İlim talibine Arapçayı öğretmek için okutulacak en uygun ve en tatlı kitap Şerhu İbn Akîl li Elfiyyeti İbn Mâlik’tir. Okul kitabı olarak buna denk bir kitap bilmiyorum. Yeni yazılan kitaplardan da Ğalâyînî’nin Câmiu’d-durûsi’l-Arabiyye’si gerçekten güzeldir. Bu da zor gelirse en-Nahvu’l-vâdıh’ın lise kısmı okunabilir. Aynı şekilde Hıms’lı bir âlime ait olan İ’râbu’l-Kur’an’la ilgili eserin okutulmasını tavsiye ederim. Bu okunduğunda Kur’an’ın irabını çözmek kolaylaşacak, bunun ışığında elbette mana da anlaşılacaktır.

Türkiye’deki bütün ilim taliplerine Arapçayı kaideleri, yazımı ve konuşması açısından iyi öğretmelerini tavsiye ediyorum. Çünkü bunların hepsi İslam’ı anlamanın anahtarıdır.

EY: Arapçanın iyi verildiğini farz edersek, sonraki aşama nedir?

ŞA: Bu eğitimi verdikten sonra onlara hadis ıstılahlarını okur ve en sahih görüşleri naklederdim. Sonra da hadislerin tashihinin nasıl yapıldığını göstermek için metinler seçerek bunlar üzerinden pratik yapardım.

Öğrencilere her gün yeni bir şeyler vermeye çalışırdım. Çünkü tekrar etmeye alışırsan senden bıkarlar. Örneğin dersin temel kaidelerle ilgili olabilir. Bunu onlara sunarken akıllarını geliştirecek bir şey ver yanında. Hadis usulü kaidelerini öğretirken misal olarak akıllarını ve kalplerini harekete geçirecek bir hadis sun. Bu onları canlandırır ve iştiyaklandırır. Diyelim ki mürsel hadis konusunu veriyorsun. Getir sınıfa Ebu Davud’un Merâsîl’ini, ondan örnekler oku. Hatta mümkünse hepsini oku. Onlara 10-15 örnek verdiğin zaman mürsel hadisin ne olduğunu iyice anlayacaklardır. Aynı şekilde mevkuf hadisi anlattığında 10-12 mevkuf hadis örneği ver. Birden çok örnek sun, örnekleri de açıkla. Öğrenciler hadislerdeki bazı kelimeleri anlamayabilirler. “Buradaki kelime şu anlama gelmektedir, manası şöyledir.” de. Bunu açıklarken de ayet ve hadislerden deliller getir. Yani uygulamayla anlat.

 

  1. İlahiyat Öğrencilerine Tavsiyeler

EY: Sanırım ilahiyat fakültesinde okuyan öğrencilere de özel olarak söylemek istediğiniz şeyler olacaktır.

ŞA: İlim talibinin bulunduğu konum, daha üstünde bir makamın bulunmadığı bir mertebedir. Bu kişi Hz. Peygamber’in varisidir. Allah ve Resulü adına imza atmaktadır. Çok yüksek bir mertebededir. Bu mertebeden aşağıya inmemelidir. Ben insanlara fetva verdiğimde Allah ve Resulüne bir nevi vekâlet etmiş oluyorum. Bu gerçekten de büyük bir makam. Allah katında bir hizmetçi olsam bile, bu bana şeref olarak yeter; ama Allah Teâlâ’nın murad ettiği şeyi dile getirmem çok büyük bir şey. Ey ilim talibi! Bu durumda senden büyük bir insan olur mu? Üst de ast da, büyük de küçük de, cahil de kültürlü insan da, sen hepsinin üstündesin. Çünkü onlar sana İslam ahkâmından sormaya muhtaçlar, ama sen değilsin. Bu gerçekten büyük bir konumdur.

Kendilerini İslami ilimleri öğrenmeye adamış öğrencilere birkaç tavsiyede bulunmak istiyorum.

Birinci Tavsiyem:

Öncelikle niyetlerini doğru yapmalıdırlar. Her şeyden önce Allah’ın rızasını kazanmayı hedef seçsinler. Hayatlarının son lahzasına kadar her dem Allah’ı razı etmeyi ön plana çıkarsınlar. Eğer öğrenci fakültede sadece eğitim görmeyi ve mezun olup para kazanmayı düşünürse, o miskindir.

İkinci Tavsiyem:

İlim talibinin sosyal hayatta her zaman mümtaz bir yaşam sergilemesi gerekir. İnsanlarla olan ilişkilerinde Hz. Peygamber’in ahlakını temsil etmesi icap eder. Doğru sözlü olmalı, kimseyi aldatmamalı, kandırmamalıdır. Yani iyi bir Müslüman olmalıdır. Namazı doğru bir namaz, orucu hakkıyla tutulan bir oruç olmalıdır. Bu ameller ilim talibine insanlar nezdinde bir heybet kazandırır. Etrafındakiler onu bu şekilde müstakim bir kişi olarak gördüklerinde değer verirler. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Ey inananlar! Yapmayacağınız şeyi niye söylersiniz? Yapmayacağınız şeyi söylemeniz, Allah katında büyük bir gazaba sebep olur.”[1] İnsanlara birtakım şeyleri öğretecek, “Bu farzdır.”, “Bu sünnettir.”, “Şu şöyledir.” diyeceğim, kendim ise bunları terk edeceğim?! İlk önce kendi nefsimde bunları hayata geçireceğim ki, diğer insanlardan da isteyeyim. Bu şekilde olursa, kişi ilmin bereketini elde eder, Allah’ın izniyle sahip olduğu ilimden yararlanır. İnsanlar da onu sever ve ona teveccüh eder.

İlahiyat fakültesinde öğrenci olanlara sesleniyorum: “Rabbinin yoluna hikmetle, güzel öğütle çağır; onlarla en güzel şekilde tartış.”[2] İnsanları, şiddet kullanarak değil, ikna ederek, yaşantın ve ilminle doğru yola çağır. Bu yolla insanlar İslam’a yönelirler. Benim ilim talebelerinden istediğim budur.

Allah böyle olan ilim talebelerine büyük manevi kapılar açar, onda güçlü bir meleke oluşur. Ne zaman bir kitap okusa ezberler, ne zaman bir konu okusa zihninde kalır. İlim talibi ile Allah arasında güçlü bir bağ vardır. Allah’ın böyle birinin ilmine, ameline ve takvasına ikramı süreklidir.

Üçüncü Tavsiyem:

Aklı olgunlaşana yani kemal noktasına ulaşana kadar okumasını, mütalaasını, yazmasını ve araştırmasını devam ettirmesidir. Eğitimini tamamladıktan sonra kendisini salarak rahata kaçması doğru olmaz. Allah’a kavuşma dışında, ilim talibi için rahat yoktur. Bilgileriyle ümmeti güçlendireceği ve onları ellerinden tutarak güvenli sahile çıkaracağı için eğitimine ve okumasına devam etmelidir.

İlim talibinin birkaç diploma almasında hiçbir beis yok. 3-4 doktora alsa bile olur. Fıkıhta hadiste, tefsirde… Yaşadığı müddetçe alsın, kendini geliştirmiş olur. Bu dönemde ihtisas istenen bir şeydir ancak muhaddisin fıkıh bilgisinin olmaması, fıkıhla iştigalinin olmaması bir ayıptır. Esasında muhaddisin bütün ilim dallarından bir neşvesi olması gerekir. Çünkü bu sana geniş bir bakış açısı kazandırır ve meseleleri daha etraflı mütalaa edersin.

İlim, hırsla peşinden koşmak ve onu öncelemekle elde edilir.

Dördüncü Tavsiyem:

Allah Teâlâ’ya dua ederek kendilerini sırat-ı müstakimde tutmasını niyaz etsinler. Çünkü insanın kalbine çok defa birtakım düşünceler gelir ve onu hak yoldan sağa sola saptırabilir. Bu nedenle Allah’tan kalbini iman, ilim ve doğruluk üzere sabit kılmasını dilemelidir.

Sen şimdi ilim tahsil ediyorsun, belki yarın çok önemli bir makama geleceksin. Ve bu makam bazen senin dinine muhalif şeyler yapmanı isteyebilir. Basit bir şey olduğunda bunu mücâmele kapsamında yapman düşünülebilir; ama dinin temel dinamikleriyle ilgili bir şey olursa, bir Müslüman olarak bunu yapamazsın. Bu noktada büyük bir imtihandan geçiyorsun demektir. Makamın ve hayatın için dinini mi terk edeceksin, yoksa doğru tavır alarak dininin yanında mı duracaksın? Müslüman daima sabitelerine sıkı sıkıya sarılır. Ancak değişken olabilen hususlarda fedakârlık gösterebilir. Ve kişi sabitelerine sahip çıktığı sürece hiç kimse onun dinine zarar veremez. Kişi dünya ile ahireti karşılaştırarak, bu Rasulullah’ın razı olmayacağı, bu da razı olacağı şeydir diyerek ikincisini tercih etmelidir. İlim talibinin buna dikkat etmesi gerekir.

Beşinci Tavsiyem:

Tevazu sahibi olmalarıdır.  İlim sadece bir kişinin inhisarında değildir ve bir insanın “Ben öncekilerin tespit etmediği bir hususu ortaya koyuyorum.” dememesi gerekir. Böbürlenen insanın iddiasının asılsız olduğu çok kısa sürede anlaşılır. İlme yeni bir şeyler ekleyebilirsin ancak “Ben öncekilerin söylemediği bir şey söylüyorum.” dememen gerekir. Öncekilerin zikrettiği hususun bir tarafını ortaya koyuyor veya öncekilerin zikretmediği bir parçasını ele alıyor, yani artı bir şey katıyor olabilirsin. Ama kibirle, olmayan veya söylenmeyen bir şeyi sıfırdan ortaya koyuyorum demenin anlamı yok.

Bu kâinatla maksut olan insandır. “Rabbin meleklere ‘Ben yeryüzünde bir halife var edeceğim’ demişti.”[3] Fakat bu insanoğlu tam bir miskindir. Bazen kendini beğenmişliği, kibri, ilminin azlığı ile fısk, küfür ve nifaka bulaşmaktadır. İblis’in başına gelene bak. Halbuki insanların haset ettiği Allah ile direkt konuşma mertebesine çıkmıştı. Dolayısıyla insan, İslam’ın güzelliklerinin kendisinde toplandığı bir istasyon gibi olmalıdır.

Altıncı Tavsiyem:

Kitap alırken titiz olmaları. İlim talibinin araştırmaları sırasında dikkat etmesi gereken husus, okuyacağı eserin muteber asıl nüshalara dayanması, hakkı vererek yapılmış, ibareleri sağlıklı şekilde ortaya konmuş tahkikli baskı olmasına dikkat etmesidir. Bir eserle ilgili sağlam nüshaları tespit edip onlardan yararlanmaya çalışmak çok mühimdir. Nitekim bizler herhangi bir eseri tahkik edeceğimiz zaman, muteber âlimlerce sağlam bir şekilde titizlikle hazırlanmış asıl yazma nüshaları arıyoruz. Nassları sağlam bir şekilde ortaya konmuş nüshalar bulduğumuzda kitabı tahkik ediyoruz. Böyle dikkat edilmeden hazırlanmış tahkikli çalışmalarda pek çok hataya şahit olmaktayız. Bu nedenle temel kitapları alırken ehlince tahkik edilmiş nüshalar alınırsa bunlar araştırmalarını kolaylaştırır ve hakikate yorulmadan ulaşmalarını sağlar.

Aynı şekilde alacakları kitaplar, ilim, istikamet ve yararlı olmakla maruf insanların eserleri olmalıdır. Her kitabı okumasınlar, dediğim şekilde ilim ehlinin kitaplarını okusunlar. Çünkü her kitap okunacak durumda değildir. Son zamanlarda yazılmış bazı kitaplar var, bunları tavsiye ediyorum. Muhammed Gazâlî, Yusuf Karadâvî, Mustafa Hilmi, Abdullah Draz, Seyyid Kutub’un kitapları gibi. Yani itidal ve ilim içeren kitaplar okunmalıdır. Özellikle de Fî Zılâli’l-Kur’ân okunmalıdır. Bu, Yoldaki İşaretler’den daha önceliklidir.

Yedinci ve Son Tavsiyem:

İlim talibi, bütün ilim ehline, geçmiş ulemaya saygı ve hürmet göstermelidir. Bizler, o bilginlerin mirası olan ilim halkalarında oturuyoruz. Onların hepsi bizim dostlarımızdır. Bu insanlar bizlere geçmiş dönem ilmini ulaştıran, doğru görüş sahibi, açık fikirli olmamızı sağlayan zevattır. Onlardan gerçekten çok yararlanıyoruz. Bunu hem de bir karşılık beklemeksizin yapmışlardır. Geçmiş âlimlerin bizlerden bekledikleri tek şey onların kitaplarını okuyup istifade etmemiz, öğrenmemiz ve yaşadığımız toplumda başkalarına öğretip bu ilmi ve hayrı yaymamızdır. Bundan fazla bir şey istememektedirler.

Biz geçmiş ulemaya elbette saygı göstereceğiz, ancak hatalı olduklarını söylediğimizde bize cevap veremeyeceklerini bilelim. Çünkü hepsi de rablerine gittiler. Körü körüne taklidi elbette istemiyoruz; ancak hataları güneş gibi belirgin olduğunda bunu dile getirelim ve tevazuyu elden bırakmayalım. Tahkir ve tezyif içeren ifadeler kullanmayalım. Sonuçta onlar da insan ve âlim. Kişi ne kadar bilgili olursa olsun hataya mutlaka düşer.

Bu arada, hata olarak görülen yeri neden böyle yapmış olabileceği yönünde gerekçesini bulmaya çalışmak gerekir. Belki makul bir gerekçesi vardır. Hatalı olmadıkları halde hatalı olduklarını da söylemeyelim; zira bu zulümdür, haksızlıktır.

Ayrıca unutmamak gerekir ki, sana tenkit etme imkânı sağlayacak olan ilmin olmadığı zaman, senin bu yaptığının hiç kıymeti yoktur. Örneğin bir inşaat mühendisi hadisleri tenkit edemez. Onun eleştiri alanı binalardır. Fakih de eğer hadis alanında derin bilgisi yoksa o da hadisleri tenkit edemez. Bu nedenle hadis tenkidi yapacak olanın her alanda geniş bilgisi olması, takva sahibi olması, bu tenkitte Allah’ın rızasını kazanmayı murad etmesi, bir insanı aşağı düşürüp başka bir insanı yüceltmeyi hedeflememesi gerekir. Çünkü bazen izzet ve kudret güdüsü insana günah işletebilir; örneğin insan mezhebine aykırı bir şeyi, keza ders aldığı hocanın görüşüne aykırı bir hususu zayıf gösterebilir. Bunlar ve benzeri pek çok engel insanın hakikate ulaşmasına engel olur. Velhasıl, kendini cehenneme köprü yapmaktan sakın. Yani gerekli araştırmayı yapmadan söylediklerinle insanları yanlış yönlere sevk etme, geçmiş ulemayı hatalı gösterme. Böyle yaparsan halkın günaha girmesine neden olursun. Seni dinleyenler veya okuyanlar yanlışa senin sebebinle düşerler. Bu ise İslami edebe ve ilim ahlakına sığmaz.

Sonuç olarak, zikrettiğim tavsiyeleri dikkate alarak ilim için ortaya bir şeyler koyalım. Bir mirasımız olsun. Zira hiçbir ilim dalı kemale ermemiştir. Evet, ilimler olgunlaşmıştır; ama kemale ermemiştir. Bütün ilim dalları onlara yeni şeyler katacak, alanlarını genişletecek ve içini işleyecek insanlara ihtiyaç duymaktadır. İhtilaflar olduğu sürece bu, kıyamete kadar sürecektir. Çok kez söylediğim gibi, ilim alanındaki ihtilaf kötü bir şey değildir. Bilakis ihtilaf, Allah Teâlâ’nın cevaz verdiği bir alan içerisinde beşerî kabiliyetleri ve iddiaları ortaya çıkarır. İlim alanındaki iddialar, bu alandaki ihtilaflar gerçekten muhteşemdir ve güzel bir şeydir. Bilgi ihtilafla genişler, zihinler büyür, ilim yayılır. Böylece ilim bir yerde durmaz. Bize düşen, içinde bulunduğumuz yeni dönemi geçmişimizle bağlamaktır. Dinimizde sabiteler ve değişkenler var. Değişken olanları ele alırız ve şartlara göre amel ederiz, bu arada sabitelerimiz de dayanaklarımız olmaya devam eder. Doğru söz her zaman doğru, yalan da her zaman yalandır, dürüstlük dürüstlüktür, bunlar değişmez. Dolayısıyla değişmeyecek sabiteler vardır.

 

Kaynak:

Yıldırım, Enbiya. 2011. Hadisler ve Zihinlerdeki Sorular: Büyük Muhaddis Şuayp Arnavut’la Söyleşi. İstanbul: Rağbet Yayınları.

[1] Saf, 2-3.

[2] Nahl, 125.

[3] Bakara, 30.

 

*Rıdvan Talha Yücedağ alıntıladı.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi: