Konferans Notları

“Sırplar yıllarca bizim Boşnak değil Sırp olduğumuzu, Hırvatlar ise Hırvat olduğumuzu söylüyorlardı. Savaş başlayınca bize Türk dediler”

İSİF kulübü olarak önceki haftalarda başladığımız Bosna yazı dizisinin 2.yazısı ile devam ediyoruz. Serimizin ikinci yazısı, Filip Mürsel Begoviç ile görüşme notlarını sizler için kaleme alan Fatih Doğan’dan.

“Bosna’da her şey üçe ayrılır: Hırvatlar, Sırplar ve Boşnaklar. 2007 yılında Hırvatların bir ansiklopedisini okumaya başladım. Okurken şunu fark ettim ki Hırvatlar, Musa Kazım Çatiç, Saffet-Beg Basagiç gibi Boşnak entelektüelleri kendi ansiklopedilerine koymuş. Yani Hırvatlar kültürel olarak Boşnakları asimile ediyor. Burada asıl problem Boşnakların kendi ansiklopedilerini yazmaması. Yani bizim de suçumuz var. Boşnakların elinde her ulusun kimliğini oluşturabilmesi için sahip olması gereken edebiyat tarihi, dil tarihi gibi en temel kitaplar yok. Sizin kimliğinize sürekli yatırım yapmanız gerek. Biz Boşnaklar olarak bunu yapmadık, bazı kitapları hiç yazmadık.”

Bu sözler, Filip Mürsel Begoviç’e ait. Kendisini Saraybosna’da, FACT Vakfı’nın merkezinde tanıma fırsatı bulduk. Mürsel bey, bir medya çalışanı ve STAV (Duruş) dergisinin editörü. Bir editör olmakla birlikte kendisini gazeteci olarak değil, Balkanlar’da Bosna’yla ilgili problemlerle ilgilenen bir aktivist olarak tanımlıyor.

Aslında Mürsel bey Bosna yerlisi olmayıp, Hırvatistan’da doğan ilk Boşnak neslinden. Hikayesi günlük ve haftalık gazete/dergilerde kültürel yazılar yazmaktan, camiye gitmeye başlamasıyla birlikte gelenekle ve Hırvatistan’daki Boşnak azınlıklarla ilgilenen bir aktivist/editör olmaya doğru evriliyor. Saraybosna’ya gelip ulusal haftalık derginin başına geçmesiyle birlikte ise, buranın yerlisi değil de Zagrep’ten gelen bir Boşnak olduğu için yer yer tepkiyle karşılaşmış.

Mürsel beyin en büyük derdi, Boşnakların bir kimlik bilinci kazanabilmesi. “Sırplar yıllarca bizim Boşnak değil Sırp olduğumuzu, Hırvatlar ise Hırvat olduğumuzu söylüyorlardı. Savaş başlayınca bize Türk dediler, Osmanlılar bizi öldürdü biz de sizi öldüreceğiz diye tehdit ettiler.” diyor. Kendilerinin ne ekonomik ne de askeri olarak güçlü olduklarını söyledikten sonra geleceğe dönük olarak güçlenebilecekleri yegâne alanın kültür olduğunu vurguluyor.

Yazının girişinde alıntıladığımız üzere, kendi kültürel kimliklerini oluşturacak çalışmaları yapmadıkları için, Boşnakların Hırvat ve Sırplar karşısında kültürel asimilasyona maruz kaldıklarını öne sürüyor. Boşnakların siyasi tarih olsun, edebiyat tarihi olsun, pek çok alanda geçmişten bugüne uzanan bir süreklilik halinde takip edebileceğimiz eserlerinin yokluğundan yakınıyor.

Bu boşluğu doldurmak üzere Filip Mürsel Begoviç çok da uzak olmayan bir zamanda önemli bir edisyon çalışmasına öncülük etmiş. Amaç bir yandan kitleleri etkileyebilecek entelektüellere ulaşabilmek, bir yandan da halka hitap edecek, herkes tarafından okunabilecek ve satın alınabilecek bir kitap dizisi oluşturabilmek.

Tabi böyle bir projenin pek çok meşakkatle dolu olması kaçınılmaz. Mürsel bey işe Balkanlar’da farklı ülkelere dağılmış, yok olmaya yüz tutmuş Boşnak elitleri ile bir ağ kurmak suretiyle başlamış. Bunun yanında kitapların makul bir fiyatta olabilmesi için finansal desteğe ihtiyaç duyulmuş. Bu ihtiyaç –TİKA gibi- çeşitli desteklerle giderilmiş. Mali ihtiyaç karşılansa da, yazarların kitapları yazabilmek için erişim sağlamalarının elzem olduğu kaynaklara ulaşabilmek için bazı enstitülerle işbirliği kurmak istemişler. Bosna’daki hiçbir enstitü bu işe yanaşmazken, Türkiye’nin destekleriyle 2004 yılında açılmış olan Uluslararası Saraybosna Üniversitesi(IUS) onlara bu imkanı sağlamış. IUS’a giderken “Türklerle konuştuğumda onların bana güveneceğini biliyordum.” diyor Mürsel bey. Bu sayede genç akademisyenlerin de olduğu bir kadro ile bu edisyon çalışması ilk meyvelerini vermeye başlamış.

Bugüne kadar bu kapsamda basılan kitaplar şunlar: Boşnak Dili, Boşnak Kültürünün Kısa Tarihi, Boşnakların Kısa Siyasi Tarihi, Aliya İzzetbegoviç, Boşnaklar ve Bosna Hakkında.

Şu kitapların ise yakında okuyucularla buluşması planlanıyor: Kısa Boşnak Tarihi, Bosna Hersek’te İslam’ın Kısa Tarihi, Boşnak Edebiyatının Kısa Tarihi, Boşnak Ordusunun Kısa Tarihi, Boşnaklara Uygulanan Soykırım.

Kitap başlıklarından anlaşılacağı üzere kitapların azami çoğunluğu Boşnak tarihi ve edebiyatına yoğunlaşıyor. Bu kitaplar belirlenirken güncel meseleler de göz önünde bulundurulmuş. Örneğin Boşnak Ordusunun Kısa Tarihi kitabı, Boşnak Ordusu bugün savaş suçu ithamlarıyla saldırı altında olduğu için hazırlanmaya başlanmış.

Konuşmanın ana fikri Boşnak kimliği ve bu konuda yaptıkları kitap dizisi çalışması olsa da, Filip Mürsel Begoviç bu konu etrafında farklı meselelere de temas etti.

Mürsel beyin alıntıladığımız ilk cümlesinde de işaret edildiği üzere, Bosna’da her şey Boşnak, Sırp ve Hırvat olarak üçe ayrılıyor. Bu gerçek, kültürel düzeyde de kendini yakinen hissettiriyor. Bununla ilgili Mürsel bey, bir filme baktığımızda buna sadece Boşnak filmi diyemeyeceğimizi belirtti. Zira yönetmenin Boşnak, senaristin Sırp, oyuncuların Hırvat olması son derece sıradan bir durum.

İşte mesele, bu üç kültürün iç içe geçtiği bir coğrafyada diğerleriyle birlikte, ancak kendi kimliğini ihmal etmeden yaşayabilmek. Mürsel beyin çalışmaları yukarıda da vurguladığımız üzere burada önem kazanıyor. Aynı doğrultuda yakın zamanda bir araya geldiğimiz Gazi Hüsrev Bey Kütüphanesi’nde araştırmacı olarak çalışan Hamza Laviç de Boşnakların tarihini Sırpların yazdığını, Osmanlı döneminin karanlık bir devir olarak lanse edildiğini söylemişti. Bu sebeple Boşnakların kendi kimliğini oluşturacak tarih, dil ve edebiyat çalışmalarına yönelmeleri elzem gözüküyor. Filip bey ve beraberindeki ekibin çalışmalarını da bu açıdan ehemmiyeti haiz gayretler olarak görmek mümkün..

Konuşma boyunca Mürsel Bey’in daha çok bu edisyonun yapılma amacı ve sürecine ağırlık verdiğini söyleyebiliriz. Bununla birlikte yaptıkları çalışmanın somut bir örneği olarak Boşnak Edebiyat Tarihi kitabındaki dönemlendirmeyi anlattı. Bu dönemlendirme, Boşnakların geçirdiği tarihsel süreci anlamak açısından fikir vermekte.

Bu kitaba göre Boşnak Edebiyatı şöyle dönemlendirilebilir: Ortaçağ dönemi, Osmanlı Dönemi(1463-1878), Avusturya-Macaristan Dönemi(1878-1918), 2 Savaş Arası Dönem/Birinci Yugoslavya Dönemi(1918-1941), 2. Dünya Savaşı(1941-1945), Komünizm Dönemi/İkinci Yugoslavya Dönemi(1945-1991), Savaş Dönemi(1991-1995), Bosna Devleti Dönemi(1995-Günümüz).

Bazı dönemleri açacak olursak, Saraybosna’nın çehresinin değişmeye başladığı dönem olarak Mürsel Bey Birinci Yugoslavya Dönemi (Sovyetler Birliği) denilen 2 Savaş Arası Dönemi işaret etti. Bu dönemde komünist rejim tarafından camiler yıkılmaya, şehrin görüntüsü değiştirilmeye başlanmış. Bazı Boşnakların dini hassasiyetlerini kaybetmeye başlaması da komünist dönemdeki uygulamalar sebebiyle bu tarihlere rastlıyor. 2. Dünya Savaşı döneminde ise Boşnak edebiyatında Boşnakların bu savaştaki rolü tartışılmış. Kimi Müslümanlar komünizm yanlısı iken, çoğunluk ise komünizmi reddetmiş. “Bu savaşta bizim rolümüz neydi?” tartışmasının halen devam ettiğini ekledi Mürsel bey. İkinci Yugoslavya Dönemi’ne gelince, komünist uygulamalar ve yasaklar devam etmekle birlikte, Tito’nun nispeten daha müsamahakar bir ortam sağladığını söylemek mümkün.

“Bizim kimliğimiz din ile doğrudan bağlantılı. Solcu Boşnaklar kendi kimliklerini inkar edip Boşnak olduklarını reddediyor, Yugoslavya’yı geri istiyorlar.” diyen Mürselbegoviç’e göre, Türkiye yahut Hırvatistan gibi ülkelerde sağcısı da solcusu da dindarı da seküleri de son raddede kendi kimliğini reddetmez ancak Boşnaklarda durum böyle değil. Ayrıca Mürsel Bey, Bosna ile Arnavutluk’u karşılaştırarak, Arnavutların da üç din olmasına rağmen tek bir uluslarının olduğunu, ortak bir dil ve vatanseverlikte birleştiklerini dile getirdi. Bosna Hersek Devleti çatısı altında üç etnik kimliği de temsilen ortak bir Bosna ulusu fikrinin ise bir ütopyadan ibaret olduğunu ifade etti. Zira Bosna’da Sırplar ve Hırvatlar kendilerini Bosna Hersek Devleti’ne değil, Yugoslavya’ya ait görmekteler.

Bizim Bosna’da geçirdiğimiz beş hafta boyunca sık sık duyduğumuz bir cümle vardı: “Bosna’da İslam’ın halen var olması Allah’ın bize bir lütfudur.” Mürsel bey de aynı konuya temas ederek şunları dile getirdi: “Bütün Sırp şehirlerini Osmanlı inşa etti. Ancak onlarca camiden bugün yalnızca bir tane bıraktılar. Bütün kasabaları yıktılar, Osmanlı’nın izi kalmadı. Ancak Bosna’da hala bu eserler var, bu bir mucize. Aynı şekilde, 92-95 savaşında nasıl yok olmadık? Roma’nın fethine giden en kolay yol Bosna’dan geçiyor çünkü. Gerçekten de Allah’ın müdahalesi var. Allah diğer Balkan topraklarından İslam’ın izlerinin silinmesine müsaade etti ama bu topraklarda aynı şeye izin vermedi. Bunu muhakkak bir amaca binaen yaptı, ne olduğunu bilmiyoruz ama bunun bir amacının olduğu muhakkak.”

Mürsel Begoviç, güncel olarak Bosna’nın durumu ve Türkiye ile ilişkisine de değindi ve Boşnakların çoğunun Erdoğan’ı lider olarak görmekten memnun olduğunu ancak Türkiye’nin ekonomik olarak da arkalarında olmasını beklediklerini söyledi. “Ruslar ekonomik olarak Sırplara destek veriyor, Türkiye ise ekonomik destek açısından buradaki her devlete eşit mesafede.” diyerek sitem etse dahi, kültürel destek açısından TİKA’nın faaliyetlerinden minnetle bahsetti. Tabii Türkiye’nin Balkanlara olan bu ilgisinin Sırp medyası tarafından “Neo-Osmanic Invasion” olarak yansıtıldığını eklemeyi de ihmal etmedi.

Konuşmanın son kısmına geldiğimizde ise Filip Mürsel Begoviç, Türkiye ile Bosna’nın Doğu-Batı arasındaki konumlarının farkına işaret etti. Türkiye’nin Doğu-Batı arasında fiziksel bir köprü teşkil ederken, manevi/dini köprünün ise Bosna olduğunu vurguladı: “Boşnaklar hem Avrupalıdır hem de Müslüman. Onlar diğer mühtedi Avrupalılar gibi değil, otantik olarak Müslümanlardır. Boşnaklar gibi olan bir Arnavutlar bir de Pomaklar var.”

Aliya İzzetbegoviç Doğu Batı Arasında İslam derken çok haklıydı. Zira Boşnaklar, Avrupa’nın içinde İslam kültürünü muhafaza ederek, yüzyıllardır Müslüman nesiller yetiştirmeye devam ediyorlar. Yine Saraybosna’da kaldığımız günler boyunca zihnimize kazınan “Biz İslam’ın Batı’daki bekçileriyiz, içiniz rahat olsun.” sözü de, -Allah’ın izniyle- bunun böyle olacağına dair inançlarının bir nişanesi mahiyetinde.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi: