1 Soru 1 Hoca Mülakat

“Modern eserlerdeki en büyük sorun, bu eserlerin usul-i fıkhın gerçek sorunlarını, gerçek problemleri görmemizi engellemesidir. “

1 Soru 1 Hoca’da bu sefer Hasan Hacak hocamıza sorduk: 19. Yüzyıl ve sonrası için düşünürsek fıkıh usulü kitaplarının yazımında bir metot değişikliği görüyoruz. Bu bağlamda belki de birbirinin benzeri olarak görülebilecek pek çok usul kitabı yazılıyor. Bu kitaplardan bazıları günümüzde üniversitelerde halen okutulmakta. Peki, bu kitapları o müelliflere yazdıran ana etken neydi hocam? Niye farklı tarzda bir usul yazımı ihtiyacı duyduk?

Bu kadar çok eserin olmasının sebebi herkesin bir diğerini beğenmemesi aslında. Ama asıl problem meselelerin özüne inilmemesi. Öze inilmediği için de bu kitaplar bize usul ile ilgili yanlış bir fikir veriyor. Bize usul-i fıkhı yanlış tanıtıyorlar. Bizim şu anda yapmamız gereken klasik ilahiyat kültürünü anlamaya çalışmamızdır. Kelamı, kelamın tarihini, usulü, usulün tarihini ve genel olarak İslami ilimler tarihini ve bunlarla ilişkili yan din ilimlerini birlikte görmemiz lazım. Bunların yapılabilmesi için de İslami ilimlerin bir bütün halinde incelenmesi gerekiyor. Maalesef çok fazla ihtisas körlüğü içerisindeyiz. Kelamı bilmeden usul-i fıkhı anlayamayız, usul-i fıkhı bilmeden kelamı hiç anlayamayız. Anladığımızı zannederiz. Biraz felsefe bilmeden bunları anlayamayız. Hepsi birbirine bağlı.

Modern eserler bize klasiği özetleyip fıkıhçılar nasıl ictihad etmiş onu göstermeye çabalar. Aynı şekilde, bu eserler “bakın biz de fıkıhçıların yaptığı ictihada benzer ictihad edebiliriz” düşüncesini göstermek içindir. Bu cümlenin arkasında dini-siyasi birtakım sebepler var tabi. İslam hukukunun ictihada ne kadar önem verdiği, ictihad için bir sürü kavram ürettiğini gösterebilmenin altyapısını da kuran bir çabadır bu. Bu gayreti biz klasikte görmüyoruz. Klasikte amaç ise dini temellendirdikten sonra dini temellendirirken kullandığımız veriler üzerinden fıkhi mezhebimizi de bir yere kadar temellendirmektir. Ancak fıkhi mezhebini temellendirme çabası öncelikli olmamıştır. Mütekelliminde zaten hiç olmamış, fukahada da özellikle ilk dönemde çok olmamıştır. Mesela Cessas fıkhi mezhebi temellendirmeye çalışmaz. Cessas furuya çokca örnek verir ama bunu Usul-i fıkıh tarihi yapmak için yapar. “Ebu Hanife de bu görüşteydi” demek için yapar. Örneğin, nassa ziyade neshtir, bu Ebu Hanife’nin de görüşüdür der. Yani, onun tarihini yapar bize. Debusi ve Serahsi döneminde dini temellendirme rolü ikinci plana düşmüştür. Literatürü de bu kitaplar şekillendirdiği için bu dönemden sonra Hanefilik füruya kaymıştır. Yani Cessas’taki veya Ebu Abdullah el-Basri’deki veya Zeydilerdeki gibi bu şekilde kelami-mutezili esaslara göre her şeyi açıklamaya çalışma artık bu kitaplarda pek yok.

 Yani modern eserlerdeki en büyük sorun, bu eserlerin usul-i fıkhın gerçek sorunlarını, gerçek problemleri görmemizi engellemesidir. Mesela Gazali’nin Kuran bölümünü dikkatle okuyun, bir de Zekiyüddin Şaban’ın Kuran bölümünü okuyun. Zekiyüddin Şaban’ın Kuran bölümünde hiçbir şey yok.

Şunu belirtmekte fayda var, mesela Müslümanlar usul-i fıkıh ilminin sadece kendilerinde olduğu için övünürler. Hakikaten de öyledir. Usul-i fıkha benzer bir ilim başka hukuk sistemlerinde mevcut değildi. Peki niye başkalarında yok? Şöyle de diyebiliriz, niye olsun?  Dine bu kadar bağlı başka bir hukuk yok ki. Usul dini, inancı korumak, temellendirmek için ortaya çıkıyor çünkü. Usul-i fıkhın önemi, amacı, gayesi, gerçek konuları, gerçek sorunları artık iyice göz ardı edilmiş. Mesela, umum konusunu çağdaş usul kitabından bakın, anlamazsınız. Ne için olduğunu, nerden ortaya çıktığını anlamazsınız. Cessas’ı okuyun, Cessas size anlatır. Risaleyi okuyun çok önemli olduğunu anlarsınız, meselenin mahiyetini anlarsınız. Nesih konusu, teklif konusu, icma konusu, hüküm konuları, hepsi belirli bir kelami perspektiften ortaya çıkmış konular. Dolayısıyla kelamı, usulü fıkhı birbirinden ayırmak doğru değil. Aslında ilk usul-i fıkıh, bugünün taksimiyle bakarsak mütekellimin usulü. Cessas mütekellim usulü ile yazmış. Ebu Hanife’nin yöntemi mütekellimin yöntemi. Çünkü amaç dinin temellendirilmesi. Bu perspektifler çağdaş usul kitaplarında hiç yok. Tamamen göz ardı edilmiş. Ne için olduğu anlaşılmayan sadece ezber bilgiyle dolu. Temel sorun orada. Yani tüm ilahiyat eğitiminde bu durum böyle maalesef, konunun özü kaçıyor.

Bizim kendi kültürümüzün esaslarını keşfetmemiz lazım. İslami İlimleri bir bütün olarak ele almalıyız. Bir tarafta İslami İlimler var, bir tarafta da felsefi ilimler var. Bunların temel dinamikleri, arka planları ve derinlikleri mevcut. Biz ise bu derinlik hiç yokmuş gibi davranıyoruz. Derinliğini görmedikten sonra çok yüzeysel kalıyor ve sıkıcı oluyor. Öğrencinin kafasında bir sistem veya tasavvur oluşmuyor. Mesela Freud’u iki sene okusan, artık doğru ya da yanlış onun insan davranışları hakkındaki düşünce yolunu anlarsınız. Aynı şekilde, Aristo’yu iyi okursanız, artık onun da sistemini kavrarsınız. Böylece onun bir cümlesinden fikrinin başını ve sonunu anlayabilirsiniz. Ancak ilahiyatçılar İslam kültüründe ne olup bittiği hakkında çok zayıf durumdalar. Bunun bir sebebi sahip oldukları önyargılardan kaynaklanmakta. Bu önyargılar gerek İmam-hatipte oluşur, gerekse okuduğu zayıf çağdaş eserlerden dolayı oluşur. Sonunda “bu alan bu kadarmış demek ki”, “demek ki usul-i fıkhı ezberleyeceğiz o kadar”, “mutlak budur, mukayyed budur” gibi cümleler kullanır. Peki ne anladın? Hiçbir şey anlamadın. O zaman salt hafızlık yapayım. Onun değeri de elbet ayrı ancak burada muazzam bir literatür var. Tarihi çok iyi bilmemiz lazım. Halbuki din bize tarihle geliyor. Tarihi bilmeden bir şey anlayamazsın. Haber teorisi de bir tarihtir aslında. Dolayısıyla bizim bu tasavvurları oluşturmamız lazım.

Ben burada Atomcu Evren Anlayışının İslam Hukukuna Etkisi diye bir kitap yazdım. O kitabı yazmış olayım diye yazmadım. Okudukça baktım ki arkada bir şey var. İlk zamanlar bazı itirazlar geldi ancak şimdi hemen hemen herkes kabul ediyor. Şunu demek istiyorum, böyle bir derinliğin olduğunu görünce insanlar “biz de bu kitapları yıllardır okuyoruz, biz görmedik” diyorlar. Yanlış okuyoruz demek ki. Metinleri bir perspektiften okuyoruz. Farklı açılardan okumamız lazım. Bir de az okuyoruz tabi ki. Çok okusak belki daha kolay fark edeceğiz. Önyargılarımız olduğu için hemen yarıda bırakıp kesiyoruz. Bu sene burada okuyan İslam hukuku ve kelam doktora öğrencileriyle Gazzali’nin el-Mustasfa eserini okuyoruz. Öğrenciler okuyor ama yine klasik şeyleri anlıyorlar. Ben onlara farklı noktaları ve Gazzali’nin derdinin başka olduğunu göstermeye çalışıyorum. Bu sefer diyorlar ki “hocam biz okumamışız gerçekten”. Demek ki bizim klasik metinlere biraz daha güvenmemiz ve orada bir sorunun olduğunu, derinliğin olduğunu görmemiz gerekiyor. Bunlar bir tür bize yazılmış mektuplardır. Bunları doğru anlamamız lazım. Bu konuda ortak çalışmak da lazım. Bu konu kimsenin malı değil. Genelde Türk insanı ortak çalışmayı da bilmiyor. Herkes kurum kuruyor ve kendi kurumunun malı olsun istiyor. Hep beraber yapmamız lazım bunları, çünkü yapılacak çok iş var. Ben mesela Bakıllani’yi ve Cüveyni’yi bilmiyorum, okumadım daha çünkü. Birisi okusa da bana anlatsa ne kadar güzel olurdu.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

%d blogcu bunu beğendi: