Mustafa Özel Hoca ile Roman Dili serisinin Roman Diliyle İş Hayatı kitabı tahlilinde romanların modern dönem için neler ifade ettiği ve bize neler anlatabileceği üzerine konuştuk. Sohbetimizden derlenen notları sizin için hazırladık.
Sizler için Muhammed Enes Akdemir derledi:
Romanların, bugünkü bazı insanların düşündüğünün aksine; safi kafa dinlemek veyahut yorucu akademik metinlerin yanı sıra zevkli bir metin okumak için okunması doğru değildir. Romanları, tıpkı sosyoloji, psikoloji, tarih veya antropoloji hakkında kitapları okurken ki ciddiyetimizde okumamız gerekir. Zira tüm hakiki romanlar geçmişin diliyle bizlere bugünü anlatır ve bununla beraber geleceğe de ışık tutar. Her bir roman, bir nebze de toplumun nereye gideceğini anlatır. Binaenaleyh, aslında her bir romancının tarihçi sıfatı da vardır ama onlar, olayların değil toplumsal değerlerin tarihçileridirler. Nitekim, Fransız romancı Honore de Balzac da kendisini nitelerken, şu ifadeleri kullanır: “Ben bir romancıyım ve aynı zamanda bir tarihçiyim. Ama ben toplumdaki değerlerin değişiminin tarihini anlatırım.” Bu özellikleri ile romanlar aslında topluma tutulmuş röntgen cihazları gibidir. Onlar vesilesiyle en ufak detayları görebiliriz ve dahası, onlar vasıtasıyla asıl sorunlarımıza nüfuz edebiliriz.
Romancının tarihçi olma vasfının çok iyi bir biçimde yansıtılmış örneğini Halit Ziya Uşaklıgil’in Mai ve Siyah romanında görebiliriz. Roman karakteri Ahmet Cemil genellikle Süleymaniye Camisi etrafında dolaşan, o civarlarda gezen bir karakterdir. Lakin ne tuhaftır ki roman içinde Ahmet Cemil’in kulağına hiç ezan sesi gelmez veyahut Ahmet Cemil’in camiye girip namaz kıldığı hiç görülmez. Bu, o dönem için çok tuhaf bir durumdur. İşte burada Halit Ziya hem değişen değerlerimizi, farklılaşan toplumumuzu hem de geleceğimizi bize anlatır. Artık din merkezli bir hayatın olmadığı ve hayatın anlamını İslâmî unsurların belirlemediği bir yaşam tarzına doğru yönelime işaret eder. Yani Halit Ziya bize Ahmet Cemil vasıtasıyla Türk toplumunun ilerideki hâlinin bu biçimde olacağını ifade eder.
Maalesef bu anlayışa vakıf olmayanlar roman yazma çabası içinde daha çok biyografi yazıyorlar. Bunun örnekleri İslâmî camia içinde pek çoktur. Peygamber romanı yazdığını iddia edenler, aslında sadece edebi bir şekilde biyografi yazdıklarını bilmiyorlar veyahut sahabe hayatlarını daha çok okunsun diye roman olarak yazdıklarını sanıyorlar ama onlar da birer biyografiden öte eserler değildirler. Bunun sebebi ise o metinde bugüne ışık tutacak unsurların olmaması. Hz. Ebubekir’in hayatının romanını yapmak istediğiniz zaman siz aslında Hz. Ebubekir’in hayatını anlatmıyorsunuz. Siz, Hz. Ebubekir’in bir zamanlar temsil ettiği değerlerle bugünü ele alıyorsunuz. Yani, “Hz. Ebubekir bugün bu toplumda olsaydı nasıl olurdu, insanlar onu nasıl karşılardı, temsil ettiği değerleri yeniden ikame etmek istese kim yanında dururdu” roman denilen yapıt bunları ele alır. Yoksa kronolojik olarak “bugün doğdu, şöyle yaşadı, böyle öldü” derseniz bu sadece siyeri biraz daha edebî bir dille yazmaktan başka bir şey olmaz. Bunun en başarılı örneklerinden bir tanesi Nikos Kazancakis’in Günaha Son Çağrı kitabıdır. Kitabında Kazancakis şu sorunun cevabını arar: Şayet Hz. İsa bugün tekrar yeryüzüne inse toplumda nasıl bir yeri olurdu? İnsanlar ona nasıl değer verirdi? Bir zamanlar ikame ettiği değerlere mensup olduğunu, yani Hristiyan olduğunu, iddia eden insanlar ona tekrar ittiba ederler miydi? İşte böylece esas romanlar çağının değerlerine haiz ve geçmişi anlattığı düşünülse de bugünü ele alan romanlardır.
Modern çağ bir iktisat çağıdır ve romanlar anlatılarında bu çağı ele alırlar. Modern toplum aslında kapitalist bir toplum olup erdemsiz kapitalistlerin hâkim olduğu bir toplumdur. Modern öncesi toplumlarda ise durum bundan biraz daha farklıdır. Orada ekonominin büyük bir önemi yoktur ve dar bir köşeye sıkıştırılmıştır. Bu sebeple pre-modern yaşam tarzında politik hayat nispeten daha büyük ehemmiyet arz etmektedir. Fakat modern çağda asıl önemli olan ekonomidir ve toplum onun yan parçası olmuştur. Dolayısıyla modern çağda, kapitalist sistemin ayakta tutulması için -kâğıt para da buna dahil olmak üzere- farklı icatlar üretilmiştir. Kâğıt paranın değeri itibarî olup işlerimizi kolaylaştırsın diye var olan bir nevi semboldür. Mesela, bir eşyanın fiyatı on lira dediğiniz zaman o “10 kağıt para” bir başka eşyanın sembolüdür. Bir eşyanın asıl fiyatı malın mala oranı ile hesaplanır. On kilo hurmanın bir çift ayakkabıya denk olması örneğinde olduğu gibi aslında para emeğin emeğe olan oranıdır. Bu noktada kağıt paraya dikkat vermemizin sebebi modern çağda hükümdarların borçlarını tebalarının borcu yapmasıdır. Bu durum ise tarihin en büyük istismarıdır.
Modern toplumlar, “üç kağıt” üzerine inşa edilmişlerdir: Para, gazete ve roman. İlk unsur olan kâğıt para kapitalizmi kurar ve ayakta tutar, gazete ulusu kurar ve ayakta tutar ve son olarak romanlar ise nasıl birey olunur onu bize anlatır. Kâğıt paranın kapitalizmi kurduğu ve ayakta tuttuğu gibi gazete de ulusu kurup ayakta tutarken; roman da modern insana nasıl birey olabileceğini anlatmaktadır. Gazetelerin ulus kurma hedefi insanlara unutturmaya çalışarak hedefine ulaşır. Geçmişlerini, kültürlerini, hayatlarını anlamlı kılan değerleri, bir zamanlar kendi inançlarını paylaşmayan ama yine de huzur içinde yaşadıkları diğer insanları… Gazeteler bize bütün bunları unutturmaya çalışır. Zira artık kocaman bir bütün olmaktansa ilk başta ırka daha sonra da ırkın içindeki farklı mensubiyetlere göre çizilmiştir dünya. İşte insanlar bütün bunları hatırlarlarsa “millet” olurlar ama unuturlarsa “ulus” olabilirler. Romanlar ise bireyi anlatır. Birey ise “Ben Allah’sız yaşayabilirim” diyebilene denir. Mai ve Siyah’taki Ahmet Cemil buna bir örnektir. Zira Ahmet Cemil İstanbul’daki dini hayatın en yoğun yaşandığı merkezlerden biri olan Fatih’te ve dahası her köşe başında bir caminin bulunduğu ve Mimar Sinan’ın o muntazam eseri, koskoca Süleymaniye’nin dibinde olmasına ve İslami unsurlara bu kadar yakın olmasına rağmen o artık Allah’sız yaşayan bir bireydir. Onun hayatını artık din tanzim etmez, vakitlerini geçmişte dedelerinin yaptığı gibi namaz vakitlerine göre ayarlamaz veyahut güneşin hareketlerine bakarak ezanın o eşsiz sedasını yaklaştığını hissedince içini hoş bir huzur kaplamaz. O artık tamamen kendi kendisini yönetir ve hayatını kendisi düzenler.
Modern toplumu oluşturan bütün bu icatların yanında bahsi geçen “üç kağıdın” sorunsuz bir şekilde uygulanması, insanların, özünde bu sistemin adil olduğunu zannetmeleri için Roma hukuku vazgeçilmez bir araçtır. İşte bundan ötürü Roma hukukunun hemen hemen her devletin hukuk sisteminde önemli bir yere sahip olması, günümüz hukukçuları arasında kıymet görmesi ve kapitalistler tarafından bu kadar yüceltilmesinin sebebi onun bu kapitalist düzeni ayakta tutmadaki başarısından ötürüdür. Modern toplum, halkı sömürüdeki başarısını bu sömürüyü adilmiş gibi gösteren Roma hukukuna borçludur. Böylelikle modern toplum; üçkâğıtçıların ve aslında özünde pek bir değeri olmayan Roma hukukun kıymetlendirenlerin ve çarkları devam etmesi için bunları insanlara empoze edenlerin çağıdır.