İbn Atâullah el-İskenderî, hikmetleriyle nasihat ederek bize bizden bahsetmeye devam ediyor. Bizler de bu hikmetler deryasından birkaç damlayı sizlerle paylaşıyoruz. “Hikem-i Atâiyye’den Seçme 7 Hikmet” başlığıyla hikmetlerden alıntılar yaptığımız serinin üçüncü kısmını paylaşıyoruz. Aynı serinin birinci ve ikinci yazılarına ulaşmak için linklere tıklayabilirsiniz. Okuduğunu anlayan, anladığıyla da amel eden kullardan olabilmek duasıyla…
147. Hikmet
مَتَى كُنْت إذا أعْطِيتَ بَسَطَكَ العَطاءُ، وإذا مُنعْتَ قَبَضَكَ المَنْعُ
فاسْتَدِلّ بذلِكَ عَلى ثبوتِ طُفُولِيَّتَك وَعَدَمِ صِدْقِك في عُبوديّتك
Tercüme: Sana ihsan edildiğinde ferahlıyor, verilmediğinde ise daralıyorsan, bil ki henüz tufeylîsin ve kulluğunda sâdık değilsin.
Manzum Tercüme:
Atâ ve men’ bast u kabza oldukça sebeb cânâ
Tufeylîsin, udubiyyette yok senin sıdkın aslâ
Açıklama: İstediğin bir şey sana verildiğinde nefsinde bir ferahlık hissediyor ve istediğin sana verilmediğinde için daralıyorsa bil ki henüz tufeylî* gibisin, yani âriflerle oturuyor olsan bile henüz onlardan biri değilsin. Sen daha henüz istediği verilmeyince üzülen, sızlanan bir çocuk gibisin. Ve yine bil ki, bu durum, senin kulluğunda henüz tam anlamıyla sâdık olmadığına da işarettir. Çünkü bunlar insanın nefsinin kendi üstünde hâlâ tesirli olduğunun ve kişinin nefis hazzı elde etmeye çalıştığının önemli göstergelerindendir. Nitekim Ebu Osman el-Hîrî şöyle demiştir: “Şu dört şey insanın kalbinde eşit etkiye sahip olmadıkça kişi kemâle ermiş olmaz: İstediğinin verilmesi (atâ), istediğinin verilmemesi (men’), izzet ve zillet.”
*Tufeylî, Kûfe’den Benî Gatfân kabilesinden ziyaretlere davetsiz gitmeyi âdet edinmiş ve halk arasında “tufeyli’l-A’ras” diye tanınan birinin adıdır. Nefsâni hazlardan henüz kurtulmamış bir sâlikin tufeylî olmasının manası; henüz evliya zümresine hakkıyla girmemiş olduğu halde kendini onlardan sayması, müstahak olmadığı makamları iddiaya kalkışmasıdır. İşte bu gibi evliya tufeylîlerinin alâmeti nefis hazzı yüzünden kabz u basta düşmeleridir.
121. Hikmet
مَتَى طَلَبْت عِوَضًا عَلَى عَمَلٍ، طُولِبْت بِوُجُودِ الصِدْقِ فِيهِ. وَيَكْفِي المُرِيبَ وِجْدَانُ السَّلَامَةِ
Tercüme: Yaptığın ameline, ibadetine karşılık bir şey beklersen senden yaptığın amelde sıdk ve ihlas istenir. Niyeti tam hâlis olmayana ise azaptan kurtulmak yeterlidir.
Manzum Tercüme:
Ne lâzım Hak Teâla’dan talebkâr-ı ıvaz olmak
Seni etmezse â’mâlinde mes’ûl ol ne devlettir
Açıklama: Eğer sen yaptığın ameline karşılık bir şey istersen bu tüccarların durumuna benzer. Karşılık ise ancak amel tam olduğunda verilir. Amelin tam olanı ise şüphelerden ve noksanlardan berî olanıdır. Onun için de tam sadâkat ve ihlas gereklidir. Karşılık bekleyerek amel yapan ise yaptığı ameli Mevlâ’sı için değil, kendi için yapmış gibidir. Bundan dolayı da niyeti tam olmaz. Böyle ibadet zâhiren Allah için yapılmış gibi görünse de aslında nefis için yapılmış demektir. Bu da ödüllendirmeyi değil, aksine cezalandırmayı gerektirir. Bu hususta, ibadetlerinde tam sadâkat ve ihlası sağlayamayanların ise azaptan kurtulmuş olmaları onlara yeter de artar.
Nitekim Nasr Âbâdî hazretleri şöyle buyurmuştur: “İbadetler, karşılık talebinden ziyade, af ve özür dilemeye daha yakındır.” Vâsıtî hazretleri ise “İbadet mukâbilinde mükâfât istemektense, af ve mağfiret istemek yakışır.”
233. Hikmet
العِلْمُ إذَا قَارَنَتْهَ الخَشْيَةُ فَلَك، وَإلَا فَعَلَيْك
Tercüme: Eğer ilminin yanında Allah korkusu yoksa bu ilim senin aleyhinedir.
Manzum Tercüme:
Eğer ki ilm ederse iktirân-ı haşyet et dânâ
Olur nâfi’ seninçün yoksa vâki’dir aleyhinde
Açıklama: Senin hayrına olacak ilim haşyete yani Allah korkusuna mukârin olan ilimdir ki bu da amel etmeye devam etmekle gerçekleşir. Eğer ilimden kastın makam, mevki gibi dünyevi hasletler ise bu durum senin aleyhinedir. Kişi için ilmin faydalı olması ancak ilim talep edenin niyetinin yalnızca Mevlâ’sının rızasını kastetmesi ve O’nun razı olacağı yönde amel etmesiyle mümkündür. Bu da ancak haşyet ile olabilir. Çünkü haşyet kişiyi günahlardan ve çirkin işlerden alıkoyar ve iyilik ve güzelliklere sevk eder. Zira ilim bir iktidar kılıcı gibidir. Onu meşru yolla kullananlar iyi namla anılırlar. Meşru yolda kullanmayanlar ise mesuliyet altına girip cezaya uğratılırlar. İlmi meşru surette kullanan insanlar ise haşyet sahibi olurlar. Fudayl b. Iyâz hazretleri şöyle buyurmuştur: “Takvâlı âlimler öyle bir bahar ülkesi idiler ki, umutsuz bir hasta onlara baksa hemen büyük bir mutluluk ve rahatlık duyar, artık ondan sonra iyileşmeyi düşünmezdi. Muhtaç bir fakir onları görse dünyanın hiçbir şeyine ihtiyacı kalmaz, artık zengin olmayı istemezdi.”
Bir Hadîs-i Şerîf’te de şöyle buyurulmuştur: “Kim kendisinde Allah’ın rızası aranan bir ilmi sadece dünyalığa sahip olmak için öğrenirse, o kimse kıyamet gününde cennetin kokusunu bile duyamaz.”[1]
Hasan-ı Basrî hazretleri şöyle buyurmuştur: “Vallahi, bir ilim öğrenmek isteyen kimsenin nasibi, o ilim sebebiyle arzu ettiği şeydir. Niyeti dünya ise nasibi dünya, niyeti ‘ukbâ ise nasibi ‘ukbâdır. Alimin belası ise kalbinin ölmesidir. Kalbin ölümü ise ahiret amelleriyle dünyayı istemekle gerçekleşir.”
120. Hikmet
الصَلَاةُ طُهْرَةٌ لِلْقُلُوبِ مِنْ أدْنَاسِ الذُّنُوبِ، وَاسْتِفْتَاحٌ لِبَابِ الغُيُوبِ
Tercüme: Namaz, kalpte oluşan günah kirleri için bir temizlik ve gayb kapılarının açılması için bir vesile ve taleptir.
Manzum Tercüme:
Namaz eyler günahdan kalbi tathîr
Eder bâb-ı guyûbu feth u teshîr
Açıklama: Şartları tam, âdâbına uygun, huşu ve hudu’ içindeki bir namaz kalp için bir temizliktir yani kalbi temizler ve pâk eder. Çünkü namaz, ibadetlerin en özlüsü ve en yücesidir. Günahlar ise bir pislik gibi kalbi pisletirler. Kalbi, işlenen günahların kirlerinden temizlemek ise ibadat ve taat ile mümkündür. Namaz, ibadetlerin en yücesi olduğu için kalpteki pislikleri temizlemek için önemli bir vesiledir. Nitekim Allah Teala “Namaz çirkin ve kötü işlerden alıkoyar” buyurmaktadır. (Ankebut, 45) Namaz kalbi temizlediği gibi bu yönüyle pisliklerden alı koyar yani temiz tutmasına da sebeptir. Binaenaleyh, Hz. Peygamber efendimiz namaz hakkında “Beş vakit namaz, herhangi birinizin kapısı önünden gürül gürül akan ve içinde günde beş defa yıkandığı ırmağa benzer.” buyurmuşlardır.[2]
Ayrıca namaz, gayb kapısı için de bir istiftahtır, yani gayb kapılarının açılması için taleptir. İlâhî sırlar ve gayb kapıları ancak kalbi gerçek anlamda temiz kişilere açılır. Namaz da kalbin temizlenmesi için bir sebeptir. Ancak namazla kalbini temizleyip pâk eden kişiye ilahi sırlar açılır.
60. Hikmet
مَا بَسَقَتْ أَغْصَانُ ذُلٍّ إلَا عَلَى بِذْرِ طَمَعٍ
Tercüme: Zillet ağacının dalları ancak tamah tohumları üstünde büyüyüp uzar.
Manzum Tercüme:
Dıraht-ı zilletin ağsânı ancak
Bulur neşv ü nemâ tohm-ı tama’dan
Açıklama: Eğer zillet bir ağaç olsaydı onun tohumu tamah yani açgözlülük ve doyumsuzluk olurdu. Sen, sen ol, kalbine tamah tohumlarını ekme. Yoksa kalbinde zillet ağacı peydâh olur ve seni zelil eder, rezil eder. Çünkü tamah ve aç gözlülük tüm felaketlerin asıl sebebidir. Zira tamah, Hakk’ı bırakıp halka bağlanmak, Rabb’i kenara koyup insanlara sığınmak demektir. Bu da kullukta samimiyet eksikliği ve ihanet anlamına gelir. Bunun karşılığı da ancak zelil olmaktır.
Ebu Bekir Verrâk hazretleri demiştir ki: “Eğer tamaha baban kim diye sorulsa, ilahi mukadderata dair şüphedir, der. Mesleği sorulsa, zillet kazanmak, der. Amacı sorulsa, kişiyi hüsrana uğratmak ve ihsândan mahrum bırakmaktır, der.”
127. Hikmet
كَيْفَ تُخْرَقُ لَك العَوَائِدُ، وَأنْت لَمْ تَخْرِقْ مِنْ نَفْسِك العَوَائِدَ
Tercüme: Kendi kötü alışkanlıklarını değiştirmedikçe senin için harikulâdelikler, mucizeler olmasını nasıl beklersin?
Manzum Tercüme:
Nasıl olsun senin’çün münkeşif esrâr-ı rabbânî
Ki sen hark etmedin hâlâ hevâ-yı nefs ü şeytanı
Açıklama: Burada iki tür adet vardır. Birincisi âdetullahtır. Allah’ın bu alem için koyduğu genel kurallardır. İkincisi ise senin âdetlerindir ki bunlar senin kötü alışkanlıkların ve nefsine, hevâna uymandır. Kişi kendi kötü alışkanlıklarını terk etmezse, günahlarından tövbe etmezse, kendisi için alemin kurallarının bozulmasını, mucizeler, kerametler olmasını nasıl bekler? Allah kendi âdetini ancak kendinden geçenler, nefsini bir kenara koyanlar için bozar. Eğer kişi hâlâ nefsinin isteklerini arzular haldeyken, onda birtakım harikulâdelikler meydana gelirse, bunun istidrâc olmasından korksun ve Allah’a sığınsın. Eğer kişi kendi kötü alışkanlıklarını, nefsani arzularını, kibir, ikiyüzlülük gibi çirkin hasletleri bırakmaya azmederse, Mevlâ’sına lâyık kul olmak için ibâdât ve tâatta bulunursa Allah ona lütfeder, ihsan eder.
Nitekim bir kudsî hadiste şöyle buyurulmuştur: “Kulum kendisine farz kıldığım şeylerden, bence daha sevimli herhangi bir şeyle bana yakınlık kazanamaz. Kulum bana (farzlara ilâveten işlediği) nâfile ibadetlerle durmadan yaklaşır, nihayet ben onu severim. Kulumu sevince de (âdetâ) ben onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum. Benden her ne isterse, onu mutlaka veririm; bana sığınırsa, onu korurum.”[3]
263. Hikmet
الفِكْرَةُ سِرَاجُ الْقَلْبِ، فَإذَا ذَهَبَتْ فَلا إضَاءَةَ لَهُ
Tercüme: Tefekkür kalbin kandilidir. O olmazsa kalbin ışığı söner.
Manzum Tercüme:
Sirâc-ı kalb u vicdândır tefekkür
Giderse fikr kalmaz kalb için nûr
Açıklama:Gönül ilahi bir vahdethânedir. Düşünce onun, her şeyin aslını anlamasını sağlayan bir ışık kaynağıdır. İşlerin hakikatleri onunla aydınlığa kavuşup anlaşılır, doğru ve yanlış onunla belli olur. Gönül fikirden geri kalırsa, karanlık ev gibi ışıktan da yoksun olur. Karanlık kalpte ise artık cahillik zulmetinden başka bir şey bulunamaz, bulunsa da görülemez.
Güneş de kandile benzer fakat güneş göğün kandilidir. Düşünce ise canı ve gönlü aydınlatan ışıktır. Güneş semâların kandilidir, düşünce ise göklerin ve yerin yaratıcısının kandilidir. Güneş, toprağın ve suyun, düşünce canın ve gönlün kandilidir. Güneş ateşten bir küredir, düşünce nurdur.
Cüneyd-i Bağdâdî hazretleri: “Dünyada en âli meclislerin en şerefli ve yüce makâmı, tevhid meydanında tefekkür ile oturmaktır.” buyurmuştur.[4]
Ebu’l-Hasan eş-Şâzelî hazretleri şöyle buyurmuştur: “Allah’a giden yol şu dört şey ile kâim olur. Kim ki bu dördünü de elde eder, o muhakkik sıddıklardan olur. Kim üçüne ulaşırsa, o, Allah’a yakın olan dostlarından olur. Kim ikisini elde ederse o şühedâdan olur. Kim de birine ulaşırsa Allah’ın sâlih kullarından olur. Bunların birincisi zikirdir, ki bu salih amel ile gerçekleşir, semeresi ise kulun kalbine verilen nurdur. İkincisi, fikirdir, bu da sabretmekle olur, semeresi ise ilimdir. Üçüncüsü fakrdır, bu şükretmekle olur, semeresi ise şükredilenin arttırılmasıdır. Dördüncüsü ise aşktır, bu ise dünyayı buğz etmek, gönlünde dünyaya ve içindekilere yer vermemekle olur, semeresi ise maksud olana vuslattır.”
*Hikmetlerin açıklamaları Ahmed Mahir Efendi şerhinden, Ebu Abbas Şihabüddin Zerrûk Hazretlerinin şerhinden ve Ebu Abdullah Abdülmecid eş-Şernûbî Efendi’nin şerhinden istifade ile hazırlanmıştır. Ahmed Mahir Efendi’nin açıklamaları ve manzum tercümeler Sufi Kitap Yayınları’ndan çıkan Hafız Ahmed Mahir Efendi’nin Hikem-i Atâiyye şerhinden alınmıştır. Hikmetleri derleyen Abdullah Bardakçı‘ya teşekkür ederiz.
[1] Ebû Dâvûd, İlim 12. Ayrıca bk. İbni Mâce, Mukaddime 23
Hadisin metni:
وعن أبي هريرة رضي اللَّه عنه قال : قال رسولُ اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم : « منْ تَعلَّمَ عِلماً مِما يُبتَغَى بِهِ وَجْهُ اللَّهِ عز وَجَلَّ لا يَتَعلَّمُهُ إلا ليصِيبَ بِهِ عرضاً مِنَ الدُّنْيا لَمْ يجِدْ عَرْفَ الجنَّةِ يوْم القِيامةِ » يعني : ريحها ، رواه أبو داود بإسناد صحيح .
[2] Müslim, Mesâcid 284
Hadisin metni:
وعن جابرٍ ، رضي اللَّه عنه قال : قال رسولُ اللَّهِ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم : « مَثَلُ الصَّلَوَاتِ الخَمْسِ كَمَثَلِ نَهَرٍ جَارٍ غَمْرٍ عَلَى بَابِ أَحَدِكُمْ يَغْتَسِلُ مِنْهُ كُلَّ يَوْمٍ خَمْسَ مَرَّاتٍ » رواه مسلم.
[3] Buhârî, Rikak 38
Hadisin metni:
وعن أبي هريرة رضي اللَّه عنه قال : قال رسول اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم : « إِنَّ اللَّه تعالى قال: مَنْ عادَى ليَ ولِيّاً ، فقدْ آذَنْتُهُ بِالحَرْبِ ، ومَا تَقَرَّبَ إِليَّ عَبْدِي بِشَيءٍ أَحَبَّ إِلَيَّ مِمَّا افْتَرَضْتُ عَلَيْهِ ، وَمَا يَزَالُ عَبْدِي يَتَقَرَّبُ إِلَيَّ بِالنَّوَافِلِ حَتَّى أُحِبَّهُ ، فَإذَا أَحْببْتُهُ ، كُنْتُ سَمْعَهُ الَّذِي يَسْمَعُ بِهِ ، وَبَصَرَهُ الَّذِي يُبْصِرُ بِهِ ، ويَدَهُ الَّتي يبْطِشُ بِهَا ، وَرجْلَهُ الَّتي يَمْشِي بِها وإنْ سَأَلَني أَعْطَيْتُهُ ، وَلَئِنْ اسْتَعَاذَنِي لأُعِيذَنَّهُ »رواه البخاري .
[4] Buraya kadar olan kısım, şerhin vecizliği ve letafetinden dolayı, Ahmed Mahir Efendi’nin şerhinden aynen aktarılmıştır.
…

**Kapak Görseli:
Okunuşu: İlâhî! Ente maksûdî / ve rızâke matlûbî
Anlamı: İlâhî! Sensin benim maksûdum, rızândır ancak matlûbum.
Hat: Alihaydar M. KIŞTAN