Vâreden’in adıyla insanlığa inen Nûr
Bir gece yansıyınca kente Sibir Dağı’ndan
Toprağı kirlerinden arındırır bir Yağmur
Kutlu bir zaferdir bu ebabil dudağından
Rahmet vadilerinden boşanır ab-ı hayat
En müstesna doğuşa hâmiledir kâinat[1]
Naatlar, şair kelamından ziyade, Allah Teâla’nın “Sevgilimi bir de bu sözlerle anın” şeklindeki muradının tecellisidir.[2] Fuzûli’nin Su Kasidesi’nde niyeti aşikâr olmuş su, sevgilinin ayağının tozuna ulaşmak için başını taştan taşa vurarak ömürlerdir akmış, âşık oldukça[3] yükselmiş; bir buluta, nemli bir esintiye, bir sağanağın içindeki birkaç damlaya dönüşmüştür.
Firakınla kavrulur çölde kum taneleri
Ahuların içinde sevdan akkor gibidir
Hakikat şudur ki, seven sevdiğini hatırlatacak şeyler bulmakta, baktığı yerde onu görmekte pek mahirdir. Ve naat literatürü incelendiğinde görülür ki pek çok kereler, temizleyici özelliği ve tüm kâinata rahmet oluşu ile su, gönüllerinde bir kor gezdiren ehl-i aşka Rasul-i Ekrem’i ﷺ anımsatan başlıca unsurlardan biri olmuştur.
Suyun akıcı bir özelliği vardır, gezer dolaşır, gelir gider, öyle ki katrenin ilk olarak nereden fışkırdığını bilmek çoğu kere mümkün olmaz; bir yağmurun Medine sokaklarından aktıktan sonra, bir buhar olup rüzgâra karışmadığı, diyarıma uğrayıp buğunun nemiyle camıma tutunmadığı ne malumdur?
Çaresiz bir takvimden yalnızlığa gün saydım
Bir cezîr yaşadım ki, yaşanmamış, mazide
Dokunduğun küçük bir nakış da ben olsaydım
Su hem ferahlığın, hem içtikçe kanamamanın bir sembolüdür. Bir havuz başında O’na ﷺ kavuşana dek sabretmekle emrolunmuş[4] nesillerin akıp giden her nehre bir parça gönül koyması[5], bir parça da kendinden bırakması gayet tabiidir. Zira zaman aktıkça, tükendikçe, vuslat yaklaşır. Vuslatı o berrak avuçtan yudumlayan ise bir daha susuzluk tatmayacaktır.
Hasretin alev alev içime bir ân düştü
Değişti hayal köşküm, gözümde viran düştü
Sonsuzluk çiçeklerle dolandı yüreğime
Yağmalanmış ruhuma yeni bir devran düştü
Rivayet edildiğine göre bir adam Hz. Peygamber’in ﷺ yanına gelerek şöyle dedi: “Ey Allah’ın Resulü! Sen bana nefsimden de sevimlisin, malımdan mülkümden de. Evimde olduğum zaman aklıma sen düşünce yerimde duramıyor, yüzüne bakmak için kalkıp yanına geliyorum. Ben bir de şunu düşündüm. Bir gün gelecek ben de sen de öleceğiz. Sen Cennet’e gittiğinde diğer peygamberlerle beraber yüksek makamlarda olacaksın. Şâyet ben de Cennet’e gidersem, orada seni göremeyeceğim.” Bunun üzerine şu ayet nâzil oldu: “Kim, Allah’a ve Peygambere itaat ederse, işte onlar, Allah’ın kendilerine nimetler verdiği peygamberler, sıddîklar, şehitler ve sâlihlerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır!”[6]

Ateşi ateşle söndürmek denen bir şey vardır, kimi âşık da derdine dermanı hasretini ve bağlılığını beslemekte ve muhabbeti gönülde büyütmekte bulmuştur. Yere göre sığmayıp mü’min kulun kalbine sığan yüce Yaradan’ın bir ikramı olarak, gerçek sevgi –bir önceki hadiste zikredildiği üzere bu sevgi itaat ile yakinen irtibatlıdır- sevenin en büyük hazinesidir. Enes b. Malik’in rivayet ettiğine göre bir adam, “Kıyamet için hazırladığım öyle fazla bir namazım, orucum, sadakam yok. Fakat ben Allah’ı ve O’nun Resûlü’nü severim” dedi. Peygamber Efendimiz ﷺ de ona “أنت مع من أحببت” “Sen sevdiğinle beraber olacaksın.” buyurdu. Enes (ra) bu hadisi rivayet ettikten sonra “Resulullah’ın ﷺ bu sözüne sevindiğimiz kadar hiçbir şeye sevinmedik.” demiştir.[7]
Keşke bir gölge kadar yakınında dursaydım
O mücella çehreni izleseydim ebedî
Sana sırılsıklam bir bakış da ben olsaydım
Hazreti Peygamber’i görmekle müşerref olmuş ashab-ı kiram, gönüllerini O’nunla birlikte olmak ile ferahlatma nimetine sahipti. Ancak O’nu göremeden iman etmiş, O’nu göremeden sevmiş; muhabbet duydukça hasreti, hasret duydukça muhabbeti şiddetlenmiş müteahhirun, dermanı Hazreti Peygamber’den onlara ulaşan her meltemi gözlemekte, ondan her hatırayı yudumlamakta bulmuşlardır. Zira Efendimizin nefsiyle birlikte olma, onun meclisinde bulunma nimetine nail olamamış nesiller bir rahmet tecellisi olarak, onun nefeslerine kavuşma, O’nun kelamını dinleme ve O’nun sünnetinden haberdar olma nimetine sahiptirler.[8] Mucîr el-Hatîb bu durumu şöyle ifade etmiştir: “Biz Hz. Peygamber’i görmedik, bu yüzden hadislerini dinleyerek teselli oluyoruz.”[9]
Yağmur, duysam içimin göklerinden sesini
Yağarsın; taşlar bile yemyeşil filizlenir
Peygamber Efendimiz ﷺ hadislerinde, kendisinden sonra pek çok anlaşmazlık ve fitne çıkacağını haber vermiş, o dönemlerde yaşayanlara sünnete sımsıkı yapışmayı tavsiye etmiştir.[10] İçimizin göklerinden O’nun sesini duymak, yine Nurullah Genç’in ifadesi ile susuzluktan dudağı çatlayan gönüllerin şifası olacaktır.
Bir hüzün ülkesinde gömülüp kaldı adım
Kapanıyor yüzüme aralanan kapılar
Sana hicret eden bir Kureyş de ben olsaydım
***
Nefesinle yeniden çizilecek desenler
Çehreler yepyeni bir değişim geçirecek
Aydınlığa nurunla kavuşacak mahzenler
Anneler çocuklara hep seni içirecek
Yağmur,seninle biter susuzluğu evrenin
Sana mü’mindir sema; sana muhtaçtır zemin
Kaynakça
Abdullah Bardakçı, Rıdvan Talha Yücedağ, “Suriyeliler, Suriye’ye komşu ülkelerin hiçbirinden, Türkiye’den gördükleri cömertliği görmemişlerdir.” https://sehirisifkulubu.com/2019/03/30/suriyeliler-suriyeye-komsu-ulkelerin-hicbirinden-turkiyeden-gordukleri-comertligi-gormemislerdir/
KANDEMİR, Mehmet Yaşar, Şifâ-i Şerif Şerhi, İstanbul: Tahlil Yayınları, 2012, c.2.
ÖZDEMİR, Arzu. “İmgesel Açıdan Yağmur”, Yağmur, ed. Sevil Kuzu, İstanbul: Timaş, 2019, s.132.
PALA, İskender. Su Kasidesi, İstanbul: Kapı Yayınları, 2012.
[1] Nurullah Genç, Yağmur. (yazı boyunca italik ile alıntılamış olduğumuz dizeler, şairin ilgili şiirinden alıntılanmıştır.)
[2] Özdemir, “İmgesel Açıdan Yağmur”, s.134.
[3] “Evet evet galiba su ona aşık olmuş, yoksa bu kadar zamandır bu yol çekilmezdi.” Pala, s.39.
[4] “فقال: إنكم ستلقون بعدي أثرة فاصبروا حتى تلقوني على الحوض” Buhârî, Fiten 2, Menakıbu’l-ensâr 8; Müslim İmâre 48.
[5] Pala’nın yorumuna göre Fuzuli, mukaddes topraklara doğru akan Dicle’yi kendine rakip olarak görmektedir. Bk. s. 65.
[6] Kandemir, s.315-316.
[7] Kandemir, s.314.
[8] Buradaki ifade şu beyitten alıntıdır: أهل الحديث هم أهل النبي و إن لم يصحبوا نفسَه، أنفاسَه صحبوا
(bu sözü şu şekilde tercüme etmek mümkündür: “Ehl-i hadîs, Nebi (sav)’nin ehlidir, (Zira onlar,) onun nefsine arkadaşlık edemedilerse de, nefeslerine arkadaşlık etmişlerdir.”)
[9] İlgili ifadenin geçtiği mülakatımızı şu linkten okuyabilirsiniz: https://sehirisifkulubu.com/2019/03/30/suriyeliler-suriyeye-komsu-ulkelerin-hicbirinden-turkiyeden-gordukleri-comertligi-gormemislerdir/
[10] Kandemir, s.296.